Nefs-i Levvame
Mücahede ve mücadele ile nefsin bu ülkesinden kurtulan insan, “Levm Sahrası”nda kendini bulur. Buna “Nefs-i Levvame” denir.
Nefs-i Emmare ile mukayese edilemeyecek ilâhî üstünlükleri mevcuttur. Kabul etmek lazım ki, burası da emin bir yer değildir. Sâlik burada Hakk’a biraz daha yakın olmasına rağmen mâsivânın içinde bulunur. Hatâ eder, günah işler, ama pişman olur. Nedametle ağlar. Ah, vah eder; sonunda aynı hatâları tekrar eder. Kısaca, “Hak yolculuğu”nda, bir hal üzerinde devam eden bir istikrarı yoktur. Kurtulmak için, nisbet olunan ‘Kâmil’e teslimiyet bir kayda bağlanmamalı. Muhabbeti ile muhabbetlenmeli. ‘İsm-i Celâl’e cankurtaran simidi gibi sarılıp onu dilden ve kalbden kesmemeli. Sonunda ‘Kâmil İnsan’ın himmet ve nazarı erişir, bu vadi de geçilir.
Levvâme, nefsin bir üst halidir. Mânâdaki işaretleri yeşil çimenler, sahralar, ağaçlar, sular, çeşmelerdir. Bu hal inanan insanda olur. Hatâyı düzeltir, sonra yine hatâ eder. Sonra pişman olur. “Yine kasem ederim pişmankar nefse” ifadesi bu nefsi anlatır.
Bu halden insan mutlaka ayrılmalı, Hakk’ın rızasına muhatap olabilecek bir hale yükselmelidir. İşte Mevlâna da bunu yapmıştır. Bütün bunlar Kur’an gerçekleri, İslâm’ın gerekleridir.
Nefs-i Levvame, ancak İsm-i Celâl’i (yani Allah (cc) ismini) çok zikretmekle ve de riyazetle aşılır. Riyazet, mide ve yiyecekler yoluyla nefse hakimiyet kesbetmektir. Ta ki, nefis şımarmasın, dizginlensin. Riyazetin esası az yemek ve oruç tutmaktır ki bu, nefsi terbiyeye yardımcı olmak için, sırf Allah adına yapılır. Riyazet, iradeyi Hakk’a boyun eğdirmek demek olan mücahedenin en önemli unsurudur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder