29 Nisan 2016 Cuma

Gordion Kral Midas Tümülüsü Türkiye Ankara

MÖ 12. yüzyılda Boğazları geçerek Anadolu’ya yerleşen ve Avrupa kökenli bir kavim olan Frigler MÖ 8. yüzyılda başkenti Gordion olan büyük bir uygarlık kurmuşlar. Frigler, kurdukları uygarlık ve bıraktıkları eserlerle olduğu kadar, kralları üzerine anlatılagelen efsanelerle de tarihe geçmişler… Bu efsanelerin en bilinenleri; kente en erken gelen kişi oluğu için tahta çıkan Kral Gordios ile her tuttuğu altın olan Kral Midas hakkında anlatılanlardır. Bunlara kimsenin çözemediği meşhur düğümü kılıcıyla keserek çözen ve Gordion’da bir kış geçiren Büyük İskender’in efsanesi de eklenebilir.

Adını “Kral Gordios’un Kenti” anlamındaki Gordieion’dan alan Frigya başkentinin bilinen tarihi, Erken Tunç Çağı’nda başlıyor. Gordion kenti Hatti, Asur ve Hitit dönemlerinde de önemli bir yerleşim yeri olmuşsa da en parlak dönemini Frigler ve özellikle de Kral Midas döneminde yaşamış. Daha sonra Kimmer, Lidya, Pers, Sparta, Makedon, Galat, Roma, Bizans egemenliklerine de tanık olan kentin önemi Seçuklu ve Osmanlı dönemlerinde azalmış. Gordion böylesine zengin geçmişiyle olduğu gibi hatta bundan daha çok yarattığı ilginç efsanelerle de tarihe geçmiş…

Midasın kulakları eşek kulakları

Bu efsanelerin bir diğerinde de, Güneş Tanrısı Apollon, Doğa Tanrısı Pan’la yarıştığı ve Frig Kralı Midas’ın hakem olduğu yarışmada, lir çalan kendisi yerine flüt çalan Pan’ı seçen Midas’ın kararını beğenmez. Midas yanlış bir karar vermiştir, çünkü “sadece anlayan kulakların” duyabileceği lir yerine, herkesin anlayabileceği kavalı seçmişir. Bu duruma çok kızan Apollon ceza olarak Midas’ın kulaklarını büyütür. Önceleri sadece berberinin bildiği bu sır zamanla yayılır ve kralın “Eşek Kulaklı” Midas olarak anılmasına neden olur… Midas’ın kulakları hakkındaki bir başka rivayet ise bu ilginç şöhretinin, ülkesinde kurduğu istihbarat sisteminin büyüklüğünden kaynaklandığı şeklindedir…

Değerli eşyalar tümülüste

MÖ 725-675 yılları arasında yaşayan Frig Kralı Midas’ın ölümünden sonra zamanın geleneklerine göre yaptırılan tümülüs, bölgede yer alan çok sayıdaki tümülüsün en büyüğü olarak dikkat çeker. 53 metre yüksekliğinde ve 300 metre çapındaki bu dev tümülüsün orijinal yüksekliği 80 metre iken zamanla erezyon ve insan müdahalesi sonucu bu rakam biraz azalmış olsa da halen Anadolu’daki tümülüsler arasında ikinci en yükseği olmak özelliğini koruyor.

Tarihte kral ve soylular için toprak yığılarak yapılan birer anıt mezar olan tümülüsler, buralara gömülen değerli eşyalarla dönemin uygarlık düzeyini yansıtması bakımından da önemli olmuş. Kral Midas’ın Tümülüsü’nün kazısı 1957’de gerçekleştirilmiş. Türk mühendisler ve Zonguldaklı maden işçileri tarafından yapılan 82 metrelik tünel üç yılda tamamlanmış ve iç ölçüleri 5.15 x 6.20 metre olan ahşap mezar odasına ulaşılmış. Dıştan ayrıca tüf taşından yapılmış duvarların çevrelediği ve zamana dayanıklı ardıç ve sedir tomruklarının birbirleri üzerine bindirilmeleriyle oluşturulan mezar odası halen ziyarete açık. Mezar odasının bir maketi Gordion Müzesi’nde, mezardan çıkarılan Kral Midas’ın kafatası ile burada bulunan tunç yemek takımları ve fibulalar (Friglerin giysilerini tutturdukları çengelli iğneler) Ankara’daki Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde sergileniyor.

Nasıl gidilir?

Ankara’ya 100, Polatlı’ya 30 kilometrelik kadar uzaklıktaki Gordion’a Ankara Eskişehir yolunu takiben ulaşılabilir. Burada, Kral Midas’ın tümülüsünden başka, çoğunlukla Gordion antik kentine ait buluntuların sergilendiği Gordon Müzesi ile Yassıhöyük köyündeki Gordion Antik Kenti’nin kalıntıları da ziyaret edilebilir.

28 Nisan 2016 Perşembe

Duanın Önemi

Dua nedir? Duanın önemi nedir?

Dua nedir: Dua, Allah’a yalvarma, yakarma, ondan maddi ya da manevi bir şeyler istemektir. Dua, Allah ile kul arasında bir iletişim yoludur. Aslında genel anlamıyla bütün ibadetler birer duadır. Namaz kılarak, oruç tutarak, zekat vererek, hac yaparak dua etmiş oluruz. Bunun dışında bir de daha dar ve özel anlamıyla dua vardır. Bu anlamıyla dua, kulun ihtiyacı olan şeyleri yaratıcısından istemesi,  derdini ve sıkıntısını gidermesini talep etmesi, verdiği nimetler için O’na şükretmesi, O’ndan günahlarını affetmesini dilemesidir. Dua, yaratıcısı Allah’ın yüceliği, cömertliği zenginliği ve kudreti karşısında insanın, kendi küçüklüğünü, çaresizliğini, mahrumiyetini ve acizliğini hissedip ifade etmesinin bir şeklidir.

İnsanın yaratıcısı katındaki değerini belirleyen en temel etkenlerden biri duadır. Zira kişi, dua ederek kendi acizliğini kabul etmekte, Allah’ın yüceliğini ifade etmektedir. Bundan dolayıdır ki Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurur: “De ki: Duanız almasa, Rabbim size ne diye değer versin!” (Furkan 25/77)

Dua etmek, hiçbir şey yapmadan, elimiz kolumuz bağlı oturup ihtiyaçlarımızı peş peşe sıralayarak Allah’tan sadece “istemek” değildir. Elbette ihtiyaç duyduğumuz şeyleri Allah’tan isteyeceğiz.  Ancak elimizden gelenleri yapmak, imkanlarımızı kullanmak da fiili bir duadır. Dua etmek, “Ben dua ettim” diyerek üstümüzden sorumluluğu atmak, ihmalkarlığa kapılmak değildir. Duada hal ve kal bir olmalı,fiilen yapılan sözlü dua ile, dil ile istenenler ameller ile desteklenmelidir.

Dua insanın yalnızca kendisi için  gerçekleştirdiği bir eylem değildir. Kendimiz için de ettiğimiz gibi başkaları için de dua ederiz.   Hatta sadece insanlar için değil, canlı cansız bütün varlıklarla daha güçlü ilişkiler kurmamızı sağlar,onlara karşı hissettiğimiz sevgiyi çoğaltır, aramızdaki yakınlığı arttırır. “Bereket versin!”, “Allah şifa versin!”, “Hayırlı yolculuklar!”, “Eline sağlık!”, “Allah rahmet etsin!”, “Kolay gelsin!” gibi ifadeler başka insanlar için yaptığımız dualara birer örnektir.

Dua, bizi manevi ve psikolojik açıdan geliştirir. Hiçbir zaman yalnız olmadığımızı dua ederek hissederiz. Dua, Allah ile kurduğumuz bağı güçlendirdiği gibi zorda kaldığımız durumlarda Allah’ın bize yardım edeceği duygusunu kazandırarak ümitsizliğe kapılmamız engel olur. Dua, yalnızlık korkusuna, umutsuzluk uçurumuna, sıkıntı karanlığına, günahın ağırlığına karşı müminin devası ve ışığıdır.

Dua etmek acizliğimizi dile getirmektir. Dua nedir dua eden kişi alçak gönüllü olmayı, şeytanın en önemli özelliği olan kibir ve  büyüklenmek ten uzak durmayı öğrenmiş olur. Dua, kalemsiz ve kağıtsız olarak dileklerimizi doğrudan Allah’a ilettiğimiz dilekçelerimizdir. Dua ederken Allah ile aramıza hiçbir kimseyi aracı kılmadığımız için İslam inancının temeli olan “taevhid”, yani Allah’ın bir olduğu ilkesini de ortaya koymuş oluruz.

27 Nisan 2016 Çarşamba

Bakara Suresi ve Fazileti

Bakara suresi fazileti ile ilgili hadisler Ebu Hüreyre'den rivayet edildiğine göre, Resulullah (sallalahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur:

"Evlerinizi kabire çevirmeyiniz. Şüphesiz şeytan, içinde Bakara süresi okunan evden kaçar." (Müslim, Müsafirin, 2012; ayrıca bk. Tirimizi, Fezailü'l-Kur'an,2.)

Hz. Ömer ve Hz. Ali (radıyallahu anhüma) demiştir ki: "Akıllı olan müslüman mutlaka Bakara suresinin son iki ayetini okuyarak uyur." (Darimi, Fazailü'l-Kur'an,4.)

Ebu Mesud el-Bedri'den rivayet edildiğine göre, Resul-i Ekrem (sallalahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur: "Bakara suresinin sonundan iki ayeti geceleyin okuyan bunlar yeter." (Buhari,Fazailü'l-Kur'an,10.)

Hlid b. Ma'dan'dan (radıyallahu anh) rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (sallalahu aleyhi vesellem) "Bakara suresinin öğretilmesi-öğrenilmesi bereket, terkedilmesi ise büyük üzüntü (sebebidir)" buyurmuştur. (Darimi, Fazailü'l-Kur'an, 13.)

Ayrıca İbn Mesud (radıyallahu anh), Bakara suresinin ilk ayetleri ile son ayetlerini okuyan kimseye hiçbir şeytanın yaklaşmayacağını rivayet etmiştir. (Darimi, Fazailü'l-Kur'an,14.)


Ölen kişiye telkin verilir mi? Dini Bilgiler

Telkin, cenaze defnedildikten, Kur’an okunduktan ve herkes dağılıp gittikten sonra salih bir kimse tarafından, ölünün baş tarafında ve yüzü hizasında durup, ona kabirde sorguya çekileceği bazı sorular hakkında hatırlatmalarda bulunmak demektir. İmam Nevevi, el-Ezkar adlı eserinde, ölen kişiye definden sonra telkin yapılmasının müstehap oldulduğunu ve bunu pek çok alimin tasvip ettiğini beyan etmektir.

23 Nisan 2016 Cumartesi

Kariye Müzesi - Edirnekapı-İstanbul (Kilise Camii)

Kariye, eski Yunanca kent dışı (kırsal alan) anlamındaki Khora sözcüğünün Türkçeleşmesidir. 5. yüzyılda yapılan şehir surlarından önce sur dışında bir şapelin varlığı bilinmekte olup, bu şapelin yerine ilk Khora Kilisesi, Doğu Roma Dönemi'nde İmparator Justinianos tarafından (527-565) yaptırılmıştır.

Komnenoslar Dönemi'nde Blakhernai Sarayı'nın yakınında olduğu için kilise, önemli dinî merasimlerde saray şapeli olarak kullanılmıştır.

11.yüzyılın sonlarında İmparator I. Aleksios'un (1081-1118) kayınvalidesi Maria Daukaina, tarafından yeniden inşa edilen kilise, Latin istilası (1204-1261) sırasında tahrip edilmiş, II. Andronikos (1282- 1328) döneminde ise Sarayın Hazine Nazırı Theodoros Metokhites (1313) tarafından onarılmıştır. Bu dönemde kilisenin kuzeyine bir ek, batısına eksonarteks ve güneyine şapel (Parekklesion) eklenmiş, yapı mozaik ve fresklerle bezenmiştir.


Kariye'deki mozaik ve freskler Doğu Roma resim sanatının son dönemine (14. yüzyıl) ait en güzel örneklerdir. Bu mozaik ve fresklerdeki derinlik, figürlerin hareket ve plastik değerlerinin verilişi oldukça başarılıdır.

Kariye, 1453 yılında İstanbul'un fethinden sonra da kilise olarak kullanılmış, 1511 yılında Vezir Hadım Ali Paşa tarafından camiye çevrilmiştir.1945 yılında müzeye dönüştürülen yapıdaki mozaik ve freskoların üzeri 1948-1958 yıllarında Amerikan Bizans Enstitüsü'nün yaptığı çalışmalarla açılarak ortaya çıkarılmıştır.


21 Nisan 2016 Perşembe

Sinek Ufak Ama Nemrud'u Öldürdü! (Balıklı göl) (Urfa)

Putları kırdı diye Hz. İbrahim'e çok sinirlenen Nemrut İbrahim Peygamberi yakmaya karar verdi ve ateş hazırlattı. Bir rivayete göre o ateş gül bahçesine döndü, diğer bir rivayete göre ise Nemrud'un kızı Zeliha dostu İbrahim'in yanmasına göz yumamayarak ağladı ve sel olan göz yaşlarından odunlar o gölde balık oldu.

Urfa'da ki Balıklıgöl'ün adını buradan alması ve odunlar balık olana kadar ise biraz yandığı için sırtlarının kara olduğu belirtilir.

Nemrud bütün bu olanlar karışsında daha da sinirlenmiş. Ve Allah'ı inkara devam etmiş. Allah da ona bir ayağı sakat sivrisinek göndermiş. Bu sivrisinek bir gece Nemrut yatarken kulağından içeri girmiş ve beynine kadar gitmiş. Beynini kemirmeye başlayınca ağrılar başlamış . Günler geçmiş ve Nemrut bu sinekten dolayı kafasında büyük ağrılar hissetmeye başlamış.

Ülkesindeki bütün büyücüleri ve hekimleri derdine derman bulsunlar diye çağırtmış. Ancak hiçbiri Nemrut'a yardım edememiş. Nemrut, ağrıları biraz olsun azaltabilmek için kendi hazırlattığı özel tahta ve üzerine keçe sarılı bir tokmakla kafasına vurduruyormuş her gün. Ağrı arttıkça tokmakla vuruşlarının şiddetini de arttırmış.  Her vurdurduğunda vura vura derken zamanla beynin aldığı darbelerden ötürü Urfa demeye başlamış .

Şehrin adının buradan kaldığıda söylentiler arasındadır .Sonunda tokmağın acısına dayanamamış ve kafası parçalanarak can vermiş.

20 Nisan 2016 Çarşamba

Hanımlar Eşlerinin İbadetlerine Ortak Olur mu?

HANIMLAR ŞU MÜJDEYE BAKARMISINIZ

Eshabın büyüklerinden kadın sahabi Hz. Esma (r.a.) peygamberimizin huzuruna çıkarak
şunları söyledi:

— Ya Resûlallah! Anam-babam sana feda olsun. Ben müslüman kadınlarını temsilen
huzurunuza geldim. Hak Teâlâ sizi erkek ve kadınlara peygamber olarak göndermiştir. Biz
artık sizin yolunuzdayız, size inandık, îman ettik... Biz evimizin dört duvarı arasındayız,
dışarı çok az çıkabiliyoruz. Erkekler ise Cuma namazı, cenaze namazı, bayram namazı
kılarlar. En büyük ibadet olan cihat ederler. Biz ise bunlardan mahrumuz. Biz hep evde
çocuklarımızla meşgul olur, kocalarımızın elbiselerini dikeriz, yemek yapar, evin temizliği
ile uğraşır onların rahat etmesi için elimizden geleni yapmaya çalışırız. Kocalarımızın yaptığı
ibadetten bize de bir hisse var mı? Yoksa biz onların kazandıkları sevaptan mahrum mu oluyoruz? dedi.

Efendimiz memnun olmuşlardı... Orada bulunan eshaba dönerek:

— Siz bu zamana kadar din hususunda bir kadının böyle konuştuğunu duydunuz mu? diye sordular...
 Eshab:
— Ya Resûlallah, bizim aklımızdan bile geçmiyordu ki bir kadın gelsin de böyle güzel şeylerden suâl etsin, dediler.

Efendimiz (s.a.s.) Hazreti Esma (r.a.)'ya dönerek:

— Ey Esma! Eğer bir kadın kocasını razı ederek onun gönlünü hoş tutar, kadınlık vazifelerini
yerine getirirse, işte o kadın kocasının her kazandığı sevaba ortak, buyurdular.
O büyüklerin her hali bizlere bir ikaz mahiyetini taşır. Ne mutlu o kadına ki kocasını razı etmiş onun yaptığı sevaplara ortak olma bahtiyarlığına erişmiş..

19 Nisan 2016 Salı

Hz. Ibrahim ve Nemrud

Hz. Ibrahim ve Nemrud 

Hz. ibrahim ülkede ki putları kırdı. Rivayete göre Nemrud, Hz. Ibrahim'in yaptigini duyunca onu yanina cagirdi. O zaman insanlar Nemrud'a secde ederlerdi. Ibrahim aleyhisselam secde etmeyince Nemrud " Nicin secde etmedin" diye sordu. Hz. Ibrahim de: « Ben beni yaratan Allahü Teâla'dan ziyade secde etmem » buyurdu. Nemrud " Seni yaratan kim ? " diye sorunca, Ibrahim aleyhisselam: « Benim Rabbim, dirilten ve öldüren Allah'dir » diye cevap verdi. Nemrud, " ben de diriltirim" diyerek zindandan iki kisi getirtti. Birini serbest birakip, birini öldürdü. Güya böylece diriltmis ve öldürmüs oldu. Hz. Ibrahim bunun karsisinda : « Benim Rabbim günesi dogudan getirir, dogurtur. Eger gücün yetiyorsa sen de bati'dan dogdur » buyurunca Nemrud sasirip, âciz kaldi. Bu husus Bakara suresinin 258. âyetinde bildirilmistir . Bu münazaranin vukuu buldugu zaman hakkinda iki rivayet vardir. Birincisi, Ibrahim aleyhisselam putlari kirinca onu yakalayip hapsettiler. Sonra atese atmak icin hapisten cikarip , Nemrud'un yanina götürdüklerinde gerceklesmistir. Diger rivayete göre insanlar arasinda büyük bir kitlik cikmisti. Bundan dolayi insanlar yiyecek almak icin Nemrud'a giderlerdi. Nemrud her gelene, "Senin Rabbin kim ? " diye sorar ve "Benim Rabbim sensin" diyenlere gida maddeleri verirdi. Hz. Ibrahim yiyecek almaya gelip Nemrud ona bu soruyu sorunca Ibrahim aleyhisselam : « Benim Rabbim dirilten, hayat veren ve öldürendir » dedi ve böylece bu münazara vukuu buldu . Bu olay'dan sonra Keldâniler Halilallah'i ceza verek istediler ve onu ilk önce hapise attilar. Sonra Nemrud onu atese atmaya karar verdi. Rivayete göre bu fikri Nemrud'un aklina Hênun adinda biri getirdi ve Allah onu sonra yerin dibine batirdi.

Nemrud hakkında bilgiler 
Burada Nemrud hakkinda bazi bilgilere deginmek istiyorum. Cünkü bir müslüman icin önemli olan düsmanlarini iyi bilmesi. Nemrud da vahsi bir düsmandir. Nemrud gaddar ve zâlim bir hükümdardi. Bir rivayete göre Nemrud onun hakiki ismi degil, - firavun - gibi bir ünvandi. Nemrud cocukken burnuna bir yilan yavrusu kacmis, bu yüzden son derece cirkinlesmisti. Babasi bile tahammül edememis ve öldürmege karar vermis. Fakat annesinin yalvarmasi üzerine, onu bir cobana teslim etmis , coban da, onun cirkin yüzüne bakmaga dayanamadigindan, onu dag basinda birakmis, dagda Nemrud isminde bir disi kaplan, cocugu emzirerek, onun yasamasina sebeb olmustur. Ismi (Nemrud) bu kaplandan gelmektedir. Babasi öldükten sonra hükümdarliga gecen Nemrud, kendisini ilah zannediyor ve bütün halkin kendisine tapmasini istiyordu .

Ates'in Halilallah'i yakmaması

Ibrahim aleyhisselam'in atese atilmasi kararlastirildiktan sonra odun toplaniyor ve kocaman bir ates yakiliyor. Problem Halilallah'i atese atmakta. Rivayete göre Iblis insan sekline girip Nemrud'a mancinik kullanmasini tavsiye ediyor . Kur'an'da : « Onun (Ibrahim) icin bir bina yapin ve derhal onu atese atin ! dediler » buyurulmustur. Bir bina (mancinik) yapilip oradan Ibrahim aleyhisselam atese atilinca, ates bir gül bahcesi oluyor. Diger bir rivayete göre ici balik dolu bir havuz oluyor ates. Ve böylece ates Halilürrahman'i yakmiyor. Bu kurtarma olayi Kur'an-i Kerim'in Enbiya suresinde bildirilmistir : « Ey ates ! Ibrahim icin serinlik ve esenlik ol» dedik. Böylece ona bir tuzak kurmak istediler, fakat biz onlari, daha cok hüsrana ugrayanlar durumuna soktuk » . Bugün S.Urfa'da « Ayn-i Zelika » veya « Halilürrahman » isminde 50x30 m boylarinda bir havuz vardir. Buranin Hz. Ibrahim'in atese atildigi yer oldugu, baliklarin odunlardan meydana geldigi iddia olunmakta ve kimse bu baliklara dokunmamaktadir . Tevrat'ta bu ates olayi hakkinda -Ibrahim peygamberin yahudilerin soyunun babalari kabul edildigi halde - bir bilgi yokturdur.

18 Nisan 2016 Pazartesi

Hz. İbrahim'in Hayatı

Hz. Ibrahim'in dogumuna kadar vukuu bulan olaylar 

Nemrud ve ona tâbi olanlar azgınlık ve Allah'a isyan içinde yasamaktaydılar. Bir gün Nemrud bir rüya gördü. Bir rivayete göre, rüyasinda gökyüzünde bir nurun parladigini, günesin, ayin ve yildizlarin bu nurun isiginda kayboldugunu gördü.

Diger bir rivayete göre ise, rüyasinsda bir kimsenin gelip tahtindan kaldirip kendini yere vurdugunu gördü. Müneccimlere gördügü rüyayi anlatip tâbir ettirdi. Bunlar "Yeni bir peygamber ve din gelecek, senin saltanatini temelinden yikacak ! Ona göre tedbir almalisin" diye tâbir ettiler. Nemrud bu isin tedbiri kolaydir deyip, " Bundan sonra kimse cocuk sâhibi olmayacak. Hanimlardan uzak durulacak. Dogan cocuklar, erkekse öldürülecek, kizsa birakilacak" emrini verdi. Bu suretle 100.000 mâsum bebegi öldürüldügü nakledilmistir .

Doğumundan sonra 
Bu sirada Hz. Ibrahim'in annesi hâmile idi. Âzer'in durumunu bildigi icin, onu doguma yaklasinca kendisinden uzaklastirdi ve gizlice bir magaraya gitti ve orda Hz. Ibrahim'i dünyaya getirdi. Dogduktan sonra annesi onu emzirdi ve magarayi kapatip geri sehre döndü. Âzer'e ," Cocuk cok zayif dogdu ve hemen öldü" dedi. Bundan sonra magaraya - gizlice -gelip Ibrahim aleyhisselami emzirip geri eve dönerdi. Rivâyetlere göre, Hz. Ibrahim magarada 7, 13, 16 veya 17 yasina kadar kaldi .

Hz. Ibrahim'in Allah'i aramasi

Hz. Ibrahim'in imâni durumunu hakkinda Kur'an-i Kerim bilgi vermektedir :«Andolsun biz Ibrahim'e daha önce rüsdünü vermistik. Biz onu iyi tanirdik » . Burdaki rüsdünü vermek peygamberlik, yahut Ibrahim aleyhisselamin risâletten önce sahip oldugu hidayet ve dogruluk manasina geldigi tefsirlerde bildirilmistir. Bu da gösteriyor ki, peygamberlik Hz. Ibrahim'e genc yasta verilmis idi.

15 Nisan 2016 Cuma

Hz. Mehdi Alametleri 2



Mehdi'nin gaybetleri muhteliftir. İlk gaybetinde insanlara zaman zaman görünecek, zaman zaman kaybolacak, birinci gaybeti böyle devam edecektir. Muhtemelen bu çeşitli tutukluluk halleri şeklinde olacaktır. İkinci gaybeti ise uzunca ve kesintisiz olacaktır. Bu da uzun bir mahkumiyete ve sürgüne işaret etmektedir.

"Ebu Basir der ki: İmam Muhammed Bakır Aleyhisselam'ın şöyle buyurduğunu duydum: "Bu GAYBETİN (Mehdi'nin) sahibinde dört peygamberin sünneti vardır:... Dedim ki: "Hz. Yusuf'un sünneti nedir?" Buyurdu ki: "Zindan ve gaybet."...
(Şeyh Muhammed b.İbrahim-i Numani, Gaybet-i Numani s. 190)

Bu rivayette mahkumiyete açıkça işaret edilmektedir.

Benim Ehl-i Beytim (Peygamber Efendimiz (sav)'in Hz. Mehdi dahil tüm torunları) muhakkak benden sonra bela, kaçırılma ve SÜRGÜNE uğrayacaktır.
(Kitab-ül Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, 14) (Kütüb-ü Sitte Muhtasarı, c.17, s. 556)


Bu rivayette de açıkça sürgüne işaret edilmektedir.

Allah bir ayetinde bu durumu şöyle bildirir:

Hani o inkar edenler, seni tutuklamak ya da öldürmek veya SÜRGÜN ETMEK amacıyla, tuzak kuruyorlardı... (Enfal Suresi, 30)

Ahir zamanda İslam ahlakının insanlar arasında yaygınlaşması için mücadele eden Mehdi'nin, böyle bir görev üstlenmişken kendi isteğiyle insanlardan ayrılmayacağı açıktır. Dolayısıyla Mehdi'nin insanlardan uzak kalmasının, kendi iradesi dışında zorla hapsedilmesiyle gerçekleşeceği anlaşılmaktadır.

Peygamberimiz (sav), Hz. Mehdi'ye bu yüzden "GAİB", yani "kaybolan, hapsedilen, hapsedilmek suretiyle insanların gözünden kaybolan" demiştir. Bu yüzden Hz. Mehdi'nin lakabı ve isimlerinden biri "GAİB" dir.

Kuran'daki Yusuf Suresi'nde de Hz. Mehdi'nin bu kayboluşuna işaret edilmektedir. Yusuf aleyhisselam da Mehdi gibi, biri kısa diğeri uzun süre iki defa insanların gözünden kaybolmuştur. Birincide, Yusuf (a.s.) kuyuya bırakılmış, kısa bir süre sonra oradan geçen kafile onu oradan çıkarmış, ikincide ise haksız yere zindana atılmış, uzun bir müddet orada kalmıştır. Fakat sonradan masumluğu anlaşılarak, zindandan da çıkartılmıştır.

Nitekim onu götürdükleri ve kuyunun derinliklerine atmaya topluca davrandıkları zaman, Biz ona (şöyle) vahyettik: "Andolsun, sen onlara kendileri, farkında değilken bu yaptıklarını haber vereceksin."
(Yusuf Suresi, 15)

Sonra onlarda (Yusuf'un iffetine ilişkin) delilleri görmelerinin ardından, MUTLAKA ONU BELLİ BİR VAKTE KADAR ZİNDANA ATMAK (GÖRÜŞÜ) AĞIR BASTI. (Yusuf Suresi, 35)

... Belalar çoğalacak, halkı öyle ölüm ve katliamlar saracak ki Allah'ın ve Resulullah'ın haremine sığınacaklar. İşte sadece o zamanda (Hz. Mehdi) zuhur edecektir.

(Şeyh Muhammed b.İbrahim-i Numani, Gaybet-i Numani s. 199)



14 Nisan 2016 Perşembe

Hz. Mehdi Alametleri 1

Hazreti Mehdi, Ahir zamanda gönderileceği Peygamber Efendimiz tarafından müjdelenmiş olan, Müslümanları zulüm ve sıkıntı ortamından kurtaracak, yeryüzündeki fitneleri ortadan kaldıracak, tüm dünyaya barış, adalet, bolluk, huzur, mutluluk ve refah getirecek kutlu bir şahıstır. Peygamberimiz'den aktarılan sahih rivayetlere göre Hz. Mehdi, çeşitli hurafelerle, batıl inanç ve uygulamalarla aslından uzaklaştırılmış olan dini özüne döndürecek, Hz. İsa ile buluşacak, Allah'ın izniyle yegane hak din olan İslam'ı yeryüzüne yerleşik kılacaktır.



MEHDİ'NİN SON ÇIKIŞ ALAMETİ

Mehdi hapsedilecek ve bu sebeple insanların gözünden uzun bir süre kaybolacaktır. Bu onun çıkışındaki EN BÜYÜK ve SON alamet olacaktır.


Ebi Abdullah Hüseyin bin Ali'den rivayet edildi:
MEHDİ 2 KEZ İNSANLARIN GÖZÜNDEN KAYBOLACAKTIR.
Bir seferinde o kadar uzun bir zaman görülmeyecek ki, kimisi onun öldüğünü, kimisi de bırakıp gittiğini zannedecek...

Bu hadis, Kitab-ül Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman isimli kitabın Süleymaniye Kütüphanesi'nde bulunan el yazılı bir nüshasında mevcuttur.

Bu hadis ile, Mehdi'nin 2 kez insanlardan ayrı kalacağı bildirilmiştir. Yani insanların gözünden uzak bir konumda olacaktır. Bu kaybolmaların birincisi kısa, ikincisi ise daha uzun olacaktır.

AL-İ MUHAMMED'İN KAİM'İNİN (HZ. MEHDİ'NİN) İKİ GAYBETİ (HAPİS DÖNEMİ) VARDIR. BİRİSİ DİĞERİNDEN DAHA UZUNDUR...
(Şeyh Muhammed b. İbrahim-i Numani, Gaybet-i Numani s. 199)

"Bu kıyamın sahibinin (Hz. Mehdinin) iki gaybeti vardır. BİR GAYBETİ (hapiste kaldığı dönem) O KADAR UZAYACAK Kİ şöyle diyecekler: Öldü. Bazıları diyecek ki: Öldürüldü. Bazıları diyecek ki: Gitti...
(Şeyh Muhammed b. İbrahim-i Numani, Gaybet-i Numani s. 198)




13 Nisan 2016 Çarşamba

Belmez Kasabası Gizemi

Can METEDORAN
Belmez Kasabası'n daki O Ev de Görünen Resimlerden Bazıları
CAN METEDORAN

İspanya'nın Andaluzya eyaletinin Bélmez de la Moraleda adındaki 2000 kişinin oturduğu küçük bir kasabasında 30 yıldır bilim insanlarının hiçbir çözüm bulamadıkları gizemli olaylar oluşmaktadır.

Bundan 30 yıl önce bir bağın etrafını çevreleyen beyaz kireç boyalı duvarlarında başlamıştır. 1971 yılının 23 Ağustos'unda Rodriguez Acosta sok. no. 5'te oturan Pereira ailesinin başından son derece gizemli ve halen açıklanamamış bir olay geçmiştir.

Salonda oturan María Gómez Pereira, mutfaktan tuhaf sesler geldiğini fark etti. Açık kapıdan baktığında mutfağın ortasında acayip bir şekil gördü. İlk gün duvarda oluşmayan başlayan bu şekil, sanki sadece bir insan yüzünün az bir parçasına benziyordu. Fakat gün geçtikçe gelişerek sonunda María'nın karşısında duvarda kendisine bakan bir insan yüzü şekillenmişti. İlk zamanlar María, bunun kendi hayal gücünün bir aldatmacası olduğuna inanmıştı. Yazın geçirmiş olduğu sebepsiz yüksek ateş hastalığının bir sonucu ve kalıntısı olduğunu düşünüyordu.  Fakat zaman geçtikçe resim daha netleşiyor ekspresyonist bir yüz resmi şeklinde gözüküyordu. Yüzünde hüzünlü ve üzüntülü bir ifade vardı.

María, kocası Juan'ı ve Oğlu Miguel'i çağırdı ve onlara olanları gösterdi. Miguel, gayet net bir şekilde bir erkek yüzünün orada gözüktüğünü ifade ediyordu. Pereira ailesi, korku ve dehşet içinde evlerinden dışarı kaçtılar. Ertesi gün komşularına gittiler ve olanları anlattılar. Komşularından eve girip kendisinin de bakmasını istediler. Eve giren komşu, gerçekten de mutfağın ortasındaki duvarda bir erkek insanın yüzünün resmi olduğunu korku içinde söyledi. Ayrıca bu resmin de komşu kasaba Jaenin Kilisesi'ndeki bir duvardaki fresklerdeki eski bir piskoposun resmine de çok benzediği fark ediliyordu.

Miguel, bu korkuyla, aldığı bir balyozla mutfaktaki duvarı vurarak yıktı ve o adam yüzü resmini yok etti. Bir hafta sonra Eylül'ün 8'inde resim, mutfaktaki aynı yerde tekrar ortaya çıktı. Bu resme daha sonra “Pava” adı kondu. Gün geçtikçe duvarlarda resimler daha da belirdi.

Kocası öldü, oğlu gitti vs derken akıl hastanesinde yatan Maria'ya da geldi sıra. Maria öldükten sonra artık bunlar olmaz denildi fakat. Kocasının resminin biraz ilerisinde duvarda Maria'nın resmi belirdi.



11 Nisan 2016 Pazartesi

Arap Atı Efsanesi / Arabistan

''Allah Atı, Bir Avuç İçine Tazyik Edilerek Sıkıştırılmış Güney Rüzgarından Yaratmıştır''

Ve Arap Mitolojisine göre Güney Rüzgarından at yaratıldı fakat kimse onu ehlileştiremedi, hep dik, asil ve hızlıydı. Ehlileştirildikten sonra da adına Küheylan dendi.

Arap Mitolojisi

Hayvan cinsinin en hayırlısı, akıl sahibi olanı insandan sonra AT'dır.
Allah'u Taala, Atı rüzgardan yarattı ve ona hamd ve tesbihi ilham etti. Allah'u Teala atı Adem A.S dan iki yahut üç gün önce yarattı. Erkeğini, dişisinden önce yarattı.
At'ın fazileti hakkında, açık Ayeti Kerimeler, sarih Hadisler vardır. Adiyat suresi, atların fazileti hakkında nazil olmuştur. Resulullah S.A.S de şöyle buyurmuştur.

''Hayır, kıyamete kadar, At'ın perçemine bağlıdır.'' ve ''At'a yapılan nafaka, masraf, sadaka yerine geçer.'' ve ''At'ın sırtı, izzet ve karnı ise hazinedir.''

ARAP ATIN'IN KISA TARİFİ VE KARAKTERİ
At, morfolojik yapısı itibariyle tarihin her döneminde insanları etkilemiştir. Onların doğal yaşantıları, bu çekici kuvvet ve kabiliyetlere sahip olmasını sağlamıştır.
Atların yüksek his ve duyguları arasında itaat, sadakat, cesaret ve maharet gibi üstün kabiliyetleri ile medeniyetin kuruluşunda önemli hizmetler görmüşlerdir.
Onlar insanlığın gelişmesine, insanlarda onun asil bir değer ve kıymet olmasına yardımcı olmuşlardır.
Arap atı, sahip olduğu güzellik, vücut yapısının tenasüp ve ahengi yüksek irsi kabiliyete sahip oluşu, nedeniyle diğer at numunelerine göre bir özellik taşır. Sür'at, mukavemet ve çeşitli şartlara dayanıklılık gibi iyi karakterlere malik olmaları Dünyada sıcak kanlı at yetiştiriciliğinin ıslahında ve sun'i ırkların yaratılmasında kuvvetli destek olmuşlardır.


Arıkan arap atının bu yüksek irsi vasıflarından istifade eden Osmanlı Türkleri yükselme devirlerinde dünyanın en büyük atlı kuvvetlerine sahip olmuşlardır. Türkiye Atçılık Tarihi tetkik edilirse, bugün modern haraların Avrupa'da henüz bilinmediği 15 - 16 ncı asırlarda Türkiye'de hara teşkilatına uyan ''Hayvanat ocakları'' tesislerinin çok ileri olduğu görülür.
İlk Sipahi Teşkilatını 1279 da Osmanlı Türkleri kurmuştur. Bu parlak dönem 1828'e kadar devam etmiştir. Kırım savaşından ve Meşrutiyetin ilanından sonra atçılık faaliyeti üzerinde bir gerileme olmuş ve saray emrine bağlı bulunan Kağıthane Harasında eşi bir yerde bulunmayan kıymetli damızlıklar dağıtılmış ve bir kısmı da ecnebi memleketlere intikal etmiştir.


Türkiye'nin coğrafi ve Topoğrafik yapısı itibariyle at, her yönden bir önem taşıdığından Cumhuriyetin ilanıyla Türkiye Atçılığının teknik ve bilimsel metodlara göre yetiştirilme ve üretimini sağlamak amacıyla Devlet Haraları kurulmuştur.

10 Nisan 2016 Pazar

Abu Simbel (Ebu Simbel) Tapınağı / Mısır

Ebu Simbel (Arapça: أبو سنبل ya da أبو سمبل), Güney Mısır’da bulunan antik tapınak. Eski Mısır firavunlarından II. Ramses devrine ait en önemli eser olan Ebu Simbel Tapınakları; Nil Nehri kıyısında Nübya Çölü kenarındaki Ebu Simbel Dağı’nın kayaları oyularak yapılmış biri büyük diğeri daha küçük olan yeraltı tapınaklarıdır.
Ramses’in hayatında Kadeş Savaşı gibi birçok önemli olayla beraber yaptığı şehir ve tapınaklar da çok önemli bir yer tutmaktadır. Kurduğu Per-Ramses şehri, ülkenin yeni başkenti olmuştur. Yaptığı en önemli tapınak ise Kraliçe Nefertari’ye adadığı Ebu Simbel’deki dağın içine oyulmuş büyük tapınaktır.
“Ebû”, Arapça “baba”; Ebu Simbel ise, “Sümbül’ün babası” anlamına gelmektedir. Tapınağın girişini açıp, içindekileri götüren Giovanni Belzoni’ye yol gösteren çocuğun adı ile anılır. Tapınak, Dağın içi oyularak, 4 dev boy heykel 20 yılda yapılmıştır.
II. Ramses, Nubya’daki isyancıları bastırmak için yaptığı sefer sırasında bir fili takip ederek Ebu Simbel’e ulaşır. Ramses, buraya iki tapınak yapmaya karar verir.
Büyük tapınak, 55 metre kaya içine uzanır. Eski Mısır’ın üç büyük tanrısı Ra, Amon, Harakhkes’e ve firavunun kendisine sunulmuştur. Tapınak girişindeki kapının iki yanında, yükseklikleri 20 metre olan dört heykel vardır. Kaideleriyle birlikte yükseklikleri 33 metreyi bulur. Firavunu, firavunun annesini ve eşi Nefertari’yi temsil eder. Ayrıca firavunun çocuklarını temsil eden küçük heykeller de bulunmaktadır. Tapınağın girişinde 18 metre genişlikte büyük bir yeraltı salonu bulunmaktadır. Tavanı tutan sütunlara sırtını dayamış hepsi de II. Ramses’i temsil eden ve tanrı Osiris’e benzetilerek yapılmış 8 adet heykel vardır. Büyük salondan hemen sonra daha küçük olan ikinci salona geçilir. Bu salonun en dibinde en büyük Mısır tanrısı ile karşılaşılır.
Ramses, 22 yaşında Ebu Simbel Tapınağını yaptırtmaya başlamıştır.[5] Büyük tapınak, dağın içi oyularak, 20 yılda yapılmıştır. Kapısında 4 dev boy Ramses heykeli vardır. Küçük tapınak, Kraliçe Nefertari ve Tanrıça Hathor’a adanmıştır. Ramses, eşi Nefertari için tapınağın üzerine “Güneşin parladığı kadın” yazdırtmıştır.[5] Kraliçe Nefertari, açılışa gelirken Nil Nehri’ndeki kazada ölmüştür.
Küçük tapınak, diğerinin yakınındadır. Tanrıça Hathor ve Kraliçe Nefertari’ye sunulmuştur. Cephede firavunu ve kraliçeyi temsil eden 6 büyük heykel vardır. Ayrıca II. Ramses’i at üstünde gösteren 10 metre yüksekliğinde bir heykel daha vardır.
Her iki tapınağın duvarlarında ve heykellerin kaidelerinde II. Ramses’in zaferlerini ve meziyetlerini anlatan hiyeroglif yazıları yazılıdır.
Mısır tarafından yapılan Assuan Barajı’nın suları yükseltmesi sebebiyle yaklaşık 300.000 ton ağırlığındaki Abu Simbel tapınakları, 1970 yılında yerinden sökülerek suların erişemeyeceği daha yüksek bir yere taşınarak yeniden kurulmuştur.
Yapılışı
Asvan (Aswan, Assuan) Barajı yapımında Tapınak, bulunduğu yerden şimdi olduğu yere taşınarak günümüzde adeta yeniden yapılmıştır. Tapınağın şu anda olduğu yere taşınması, yekpâre kayaların kesilip, sonra tekrar bir araya getirilmesiyle mümkün olmuştur. Kayaların kesilmesinin heykellerin görünüşlerine zarar vermemesi için estetik cerrahlarından bilgi alınmış; yüzlerde iz kalmaması için kesilecek yerler, hassasiyetle belirlenmiştir. Tapınağın yapılma gerekçesiyse Ramses’in karısına duyduğu aşkın ifâdesi olmasının yanı sıra, ülkesi Mısır’ın düşmanlarına ne kadar güçlü olduğunu göstermek istemesidir. Tapınağın içerisinde bulunan tapınma taşına senede bir gün, Ramses’in doğum gününde (21 Haziran) günışığı doğrudan gelmekteyken, Asvan Barajı’nın yapımı sırasında şimdi olduğu yere taşınmasından sonra 20 Haziran’da tapınma odasına günışığı doğrudan gelmekte. Baraj yapımı sırasında daha birçok tarihî eserin taşınması gerektiğinden; Mısır hükümeti, yardım eden ülkelere eserlerin bir kısmını hediye etmişti. Bu ülkeler arasında Türkiye de vardır.

9 Nisan 2016 Cumartesi

Rodos Heykeli Yunanistan

Güneş Tanrısı Helios’un tunçtan yapılma dev heykeliydi ve Rodos limanının ağzında bulunuyordu; Ama çoğu kez sanıldığı gibi heykelin bacakları arasından gemiler geçmiyordu. Heykel yaklaşık 32 m yüksekliğindeydi ve İÖ.304′teki başarısız Rodos kuşatmasından kalma tunç gereç ve silahların eritilmesiyle yapılmıştı. Rodos Heykeli, İÖ.280′den 255′e kadar, gemicilere karayı gösteren bir işaret görevi gördü ve daha sonra adayı sarsan bir deprem sonucu yıkıldı.

Rodosluların Rodos limanının girişine diktikleri bu heykel söylenenlere göre o kadar büyüktü ki, ayaklarının biri limanın bir girişine, diğeriyse diğer girişine basıyordu. Böylece limana girmek isteyen gemiler bu ayakların altından geçiyordu. Tanrı Zeus’u temsil eden bu bronz heykelin boyu 30 metreyi buluyordu. 224 yılında bir depremle yıkıldığı sanılan heykelin elindeki meşaleyi yakmak için ayaklarının içinden başlayan bir merdivenle yukarı kadar çıkılabiliyordu.

Rodos’un ilk sakinleri olan Dor’lar, Argos’tan gelen denizci bir kavimdi ve güneş ilahı olan Helios’a taparlardı. Dor’lar Rodos’ta en parlak devrini M.Ö. 3. asırda yaşayan bir medeniyet kurdular. Mısır ve Fenike’nin ürünlerini alıp satarak zengin oldular. Adayı kültür-sanat merkezi, güzel konuşma ve felsefe okulu haline getirdiler.

Dor’lar, Makedonya Kralı Demetrios’la yaptıkları bir savaşı kazandıktan sonra, zafer anıtı olarak ve ilahları Helios’a şükran borçlarını ödemek için, Rodos limanının girişine büyük bir Helios heykeli yaptılar. M.Ö.281-280 yılında yapılan 32 metre yüksekliğindeki bu tunç heykel, elinde bir meşale tutuyordu. Bu haliyle Newyork limanındaki Hürriyet Heykeli’ni andırıyordu.

 Rodoslular bu heykelin kendilerini ve adayı koruduğuna inanırlardı. Bu nedenle her yıl “Helicia” denilen şölenler düzenler, bu heykelin dibinde dört atlı bir arabayı denize atarlardı. İnanışlarına göre, Helios böyle bir arabayla dünyayı dolaşarak insanları gözetlerdi.
 Rodos heykeli ancak 50 yıl ayakta kalabilmiş ve M.Ö. 223 yılında bir depremde yıkılmıştır. Rodos Kolossosu da denilen bu anıtın heykeltıraşı Lindos’lu Khares’ti. Lindos, Rodos adasının üç büyük kasabasından biridir.
Rodos’un ilk sakinleri olan Dor’lar, Argos’tan gelen denizci bir kavimdi ve güneş ilahı olan Helios’a taparlardı. Dor’lar Rodos’ta en parlak devrini M.Ö. 3. asırda yaşayan bir medeniyet kurdular. Mısır ve Fenike’nin ürünlerini alıp satarak zengin oldular. Adayı kültür-sanat merkezi, güzel konuşma ve felsefe okulu haline getirdiler.ı
Makedonya Kralı Demetrios, Rodos’u uzun süre kuşatma altında tutmuştu. Dor’lar, Demetrios’la yaptıkları bir savaşı kazandıktan sonra, kuşatmanın kalkması anısına zafer anıtı olarak ve ilahları Helios’a şükran borçlarını ödemek için, Rodos limanının girişine büyük bir Helios heykeli yaptılar. M.Ö. 281-280 yılında yapılan 32 metre yüksekliğindeki bu tunç heykel, elinde bir meşale tutuyordu. Bugünkü Newyork limanındaki Özgürlük Anıtı Rodos Heykeli’ni andırmaktadır.
 Rodoslular bu heykelin kendilerini ve adayı koruduğuna inanırlardı. Bu nedenle her yıl “Helicia” denilen şölenler düzenler, bu heykelin dibinde dört atlı bir arabayı denize atarlardı. İnanışlarına göre, Helios böyle bir arabayla dünyayı dolaşarak insanları gözetlerdi.
 Rodos heykeli ancak 50 yıl ayakta kalabilmiştir. M.Ö. 223 yılında bir depremde devrildi ve Araplar 653’te Rodos’u alana kadar öyle durdu. Araplar ise heykeli parçalayıp hurda olarak sattılar.
 Rodos Kolossosu da denilen bu anıtın heykeltıraşı Lindos’lu Khares’ti. Lindos, Rodos adasının üç büyük kasabasından biridir.
 Rodos adasının ilk halkı olan Dorlar, deniz ticareti sonucu zengin olmuşlar, adayı bir sanat ve felsefe merkezi haline getirmişler ve şükranlarını sunmak için milattan önce 270’te güneş tanrısı Helios’un 32 metre yüksekliğinde bir heykelini yapmaya başlamışlar. Heykeli 12 yılda bitirmişler. Heykel, 56 yıllık ömründe bir harika olmaya hak kazanacak kadar görkemliymiş anlaşılan. Sadece bir başparmağına sarılmak için iki kişi gerekiyormuş. Milattan önce 226’daki deprem, heykeli en zayıf yeri olan dizinden kırmış ve bu da heykelin sonu olmuş. Mısır imparatoru, şehrin restorasyonunun bütün masraflarını ödemeyi önermiş ancak kâhinler bunu kabul etmemiş. Aferin onlara. 654’te Rodos’u işgal eden Araplar heykelin kalıntılarını almışlar. Söylenenlere göre sadece kalıntıları taşımak için 900 deve gerekmiş.

8 Nisan 2016 Cuma

Beşikte Konuşan Peygamberler ve Bebekler

Hakim'in sahih senetle rivayet ettiği hadis-i şerifte ise, bun­lardan farklı ve daha fazla olarak Yusuf aleyhisselamın lehine şahitlik yapan çocuk ile Firavn'ın kızının başını tarayan kadının çocuğu zikredilmektedir.
İmam Süyüti, muhtelif rivayetleri nazar-ı itibara alarak manzümesinde bu çocukların sayısını on dörde kadar yükselt­mektedir. Biz o manzümeyi esas alarak beşikte konuşan çocuk­ları sırası ile ve konuştukları sözleri ifadeye çalışacağız:
1- Hz. Muhammed (s.a.v.): Annesinden doğduğu zaman, "Allhü ekber kebiran vel-hamdü lillahi kesiran" demiştir.
2- Yahya aleyhisselam: Küçücük yaşında iken Hz. İsa'nın peygamberliğini tasdik ederek, "Senin, Allah'ın kulu ve Resülü olduğuna şehadet ediyorum" demiştir.
3- Hazret-i İsa: Meryem Süresi'nde İsa aleyhisselamla alakalı mesele şöyle açıklanmaktadır: Hz. Meryem, Hz. İsa'yı babasız olarak dünyaya getirdiği zaman kavmi, "Hey Meryem, andolsun ki sen acaib bir şey yapmışsın. Ey Harun'un kızkardeşi, senin baban kötü bir adam değildi. Anan da iffetsiz bir kadın değildi." dediler. Hz. Meryem (beşikteki) İsa aleyhisse­lama işaret etti. Kavmi, "Biz henüz beşikte bulunan bir sabi ile nasıl konuşuruz? dediler. Hz. İsa dile gelip dedi ki: "Ben, haki­kat Allah'ın kuluyum. O bana kitap verdi ve beni Peygamber kıldı. Ben, her nerede bulunursam, mübarek kıldı. Bana, ben hayatta bulundukça namazı, zekatı emretti. Beni anneme hür­metkar kıldı. Beni bir zorba, bir bedbaht olarak yaratmadı." dedi.
4- İbrahim aleyhisselam: Annesinden doğduğu zaman doğruldu ve: "La ilahe ilallahü vahdehü la-şerike leh, lehülmülkü ve lehü'l-hamdü. Elhamdülillahillezi hedana lihaza Tek ve ortağı bulunmayan Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur. Hamd ona mahsustur. Bizi bu (yolu) na hidayet eden Allah'a hamd olsun" dedi.
5- Hz. Meryem: Hz. Meryem'in annesi Hanne, "Cenab-ı Hak bana bir çocuk ihsan ederse Beyt-i Makdisin hizmetine vak­fedeceğim" diye adakta bulunmuştu. Onu dünyaya getirdiği zaman Beyt-i Makdise götürüp teslim etti ve "Alınız bunu, mes­cide adaktır" dedi. Hz. Meryem, teyzesinin kocası bulunan Zekeriyya aleyhisselamın himayesinde büyüyordu. Mabedin mihrab adı verilen yüksek bir merdivenle çıkılan bir yerinde bu­lunuyordu. Orası kilitli durur ve Hz. Zekeriyya'dan başka giren olmazdı.
Zekeriyya aleyhisselam oraya her çıkışında yaz mevsiminde kış meyvesi, kış mevsiminde yaz meyvesi görürdü. Hazret-i Zekeriyya sordu:
- Meryem! Bu sana nereden (geliyor)? dedi. Oda:
- Bu, Allah tarafındandır. Şüphesiz ki Allah kimi dilerse ona sayısız rızık verir dedi.
6- Cüreyc isimli bir velinin suçsuzluğunu ortaya çıkaran çocuk:
Bu çocuk, zina mahsülü bir sabi idi. Bunun konuşması Cüreyc'in kerametidir. Vak'a şöyle olmuştur: Cüreye Hıristiyan rahiplerinden olup kilisede ibadetle meşgul olurdu. Bir gün o namaz kılarken annesi gelerek kendisine seslenmiş, o da namazı bozmayıp, selam vereyim de anneme cevap veririm, diye düşünmüş. Annesi onun zina iftirasına uğraması için beddua etti. Anasının duası, ok gibi hedefini bulmuş, Cüreyc'e olan olmuştu.
Fahişe bir kadın gelerek Cüreyc'i zinaya davet etti. Cüreyc, Allah'tan korkarak, kadının arzusuna hiç temayül göstermedi. Bu vaziyet karşısında kadın varıp bir çobanla zina etti. Fahişe, çobandan hamile kalmıştı. Neticede gayri meşru bir çocuk dün­yaya getirdi. Ahali fahişeye, çocuğun kimden olduğunu sorunca "Cüreyc'tendir", dedi. Halk ayaklandı ve Cüreyc'in ibadetgahını yıkıp dağıttılar. Kendisine fena lakırdılar sarfettiler. Zinayı ya­pan serbest, zinadan kaçan mağdur vaziyete düşünce, geçir­mekte bulunduğu bu acı ve o nisbette ağır imtihan karşısında Cüreyc abdest aldı ve namaz kılarak Allamü'l-guyub olan Allahü Tealaya yalvardı, yakardı. Sonra çocuğun yanına geldi ve kendisini bu ağır töhmetten ve halkı da kötü zan taşımaktan kurtarmak için kerametini açığa koydu da çocuğa:
- Ey çocuk! Söyle, senin baban kimdir? dedi. Çocuk, kucakta bir sabi olduğu halde konuştu ve: - Falan çobandır, dedi.
Halk yaptıklarına nadim oldular, fakat olan olmuştu. Vicdan azabından olsun kurtulmak için Cüreyc'e hitaben:
- Yıktığımız mabedi yeniden ve hem de altından yapmamazı ister misin? dediler.
İftira çukurundan kurtulan Cüreyc:
- Hayır, topraktan yapınız, cevabını verdi.
Hüner, topraktan yaratılmış benliğin içinde meknuz altın gibi kıymetli manevi madenleri meydana koyabilmektir. Yoksa altın içinde toprak olup gitmek değil!
Taş yeşermez, gelmiş olsa nevbahar,
Toprak ol da bak nasıl güller açar.
7-Yusuf aleyhisselam: "Onun bulunduğu evdeki (kadın) onun nefsinden murad almak istedi, kapıları sımsıkı kapadı ve "Sana söylüyorum, beri gel" dedi. O ise, "Allah'a sığınırım, doğrusu o benim efendimdir. O, bana güzel bir mevki vermiştir. Hakikat şudur ki, zalimler asla felah bulmazlar" dedi. O (kadın) andolsun ona niyeti kurmuştu. Eğer Rabbinin bürhanını gör­memiş olsaydı (belki Yusuf da) onu kasdetmiş gitmişti. İşte biz ondan fenalığı ve fuhşu bertaraf edelim diye böyle bürhan gös­terdik. Çünkü o, (taatde) ihlasa ermiş kullardandı. İkisi de kapıya koştular. O (kadın) bunun gömleğini arkasından boylu boyunca yırttı. Kapının önünde (kadının) efendisine rast geldi­ler. Kadın dedi ki; "Zevcene kötülük etmek isteyenin cezası zin­dana atılmaktan, yahut acıklı bir azaptan başka ne olabilir? Yusuf "O, kendisi, benim nefsimden murad almak istedi" ce­vabını verdi.
Zeliha'nın yakınlardan bir küçük çocuk, konuşmaya başladı ve "Eğer gömleği önünden yırtıldıysa (kadın) doğru söylemiştir, bu ise yalancılardandır. (Yok), eğer gömleği arkadan yırtıldıysa (kadın) yalan söylemiştir, bu ise doğru söyleyenlerdendir." dedi.
Bu kucaktaki çocuğun şahitliğini reddetmeye kimsede me­cal kalmadı. Zira her şeyden önce bu bir harika ve Hz. Yusufun bir mucizesi idi. Baktıkları zaman elbisenin arkadan yırtıldığını gördüler. Böylece Yusuf aleyhisselam'ın iffetteki kemali ortaya çıkmış oldu.
8- Zalim bir hükümdarın iman edenleri ateşe atacağı zaman annesinin kucağında bulunan bir kü­çük çocuğun şehadeti:
Müslim'in Sahıh'inde rivayet ettiği vak'a şöyle cereyan etmiştir:
"Sizden önceki (ümmet) ler arasında bir padişah ve onun bir sihirbazı vardı. Yaşlandığı vakit padişaha, "Ben ihtiyarladım, bana bir genç gönder de ona sihir öğreteyim" dedi.
Padişah ona sihir öğreteceği genci yolladı. Gencin yolu üze­rinde bir rahip vardı. Yola çıktığında onun yanına oturup sözle­rini dinlerdi. (Anlattıkları) delikanlının hoşuna gitti (ve onun dinine girdi). Sihirbazın yanına vardığında, (geç kaldın diye) kendisini döverdi. Bu halden rahibe şikayet etti. O şöyle dedi:
- Sihirbazdan korktuğunda, "Evimizdekiler alıkoydu", ailenden çekindiğin vakit, "Sihirbaz bırakmadı" dersin. O bu hal üzerine gidip gelirken bir gün insanları (yolundan) alıoyan büyük (ve yırtıcı) bir hayvan üzerine (çıkıp) vardı.
Kendi kendine, "Sihirbaz. mı daha üstün, rahip mi daha faziletli, bugün öğrenmiş olacağım." dedi. Bir taş altı ve "Ya Allah, şayet rahibin işi, sana sihirbazın işinden daha sevimli ise şu hayvanı öldürüver, ta ki halk yoluna devam etsin" dedi, taşı attı ve hayvanı öldürdü. İnsanlar geçip gitti. Delikanlı rahibe geldi ve hadiseyi kendisine haber verdi. Rahip:

- Ey oğul, bugün sen, benden üstünsün. Senin şanın, gördüğün dereceye ulaştı. Yakında bir iptilaya uğratılırsın. Eğer bir belaya uğrarsan, benim aleyhimde yol gösterme, dedi.

Delikanlı körleri, alaca hastalığına tutulmuş kimseleri kurtarır ve halkın diğer hastalıklarını tedavi ederdi. Padişahın kör lan bir arkadaşı bunu duydu. Birçok hediyelerle delikanlıya geldi ve;

- Eğer sen bana şifa verirsen, bu hediyelerin hepsi senindir, dedi. O:

- Ben hiçbir kimseye şifa veremem, şifayı ancak Allah verir­. Eğer Allah'a iman edersen, Allah'a dua ederim, O da sana a verir, dedi.

Hasta derhal iman etti, Allah, kendisine şifa verdi. Padişaha gelerek daha evvel nasıl oturuyor idiyse öyle oturdu. Padişah arkadaşına sordu:
- (Gözünüzün görmesini) sana kim sağladı? dedi.
Oda:
- Rabbim, dedi. Padişah:

- Senin benden başka Rabbin mi var? dedi. Arkadaşı:
- Benim Rabbim de senin Rabbin de Allah'tır dedi. Hükümdar kendisini yakalattı, delikanlıyı haber verinceye kadar işkenceye devam etti. Delikanlı huzuruna getirildi. Padişah ona:

- Ey oğlum, sihrin körleri ve ala tenlileri kurtaracak (dereceye) ulaşmış (öyle mi), şöyle şöyle yapıyormuşsun, dedi.
Genç:
- Ben hiçbir derde şifa veremem, şifayı ancak Allah verir. dedi.
Padişah onu tevkif ettirdi. Rahibi haber verinceye kadar işkenceye devam etti. Rahip (hükümdara) getirildi, ona:
- Dininden dön, denildi.
Rahip (bu teklifi) red etti. Hükümdar bir destere istedi. Onu, rahibin başı ortasına dayadı ve destere ile başını ikiye böldü. Her iki parça (bir tarafa) düştü. Sonra padişahın arkadaşı getirildi. Ona da:
- Dininden dön, denildi.
O da bu teklifi reddetti. Destereyi başının ortasına koyarak ikiye ayırdı. Her iki parça (bir tarafa) düştü.
Daha sonra delikanlı getirildi. Ona da "Dininden dön" de­nildi. O da bu teklifi reddetti. Padişah onu kendi ar­kadaşlarından bir cemaate teslim etti ve:
- Onu falan dağa götürün, dağın tepesine çıkarın. Dağın üzerine vardığınızda, dininden dönerse (kendisini salıverin), aksi halde dağdan aşağıya atın, dedi.
Delikanlıyı derhal götürdüler ve dağa çıkardılar. Genç:
- Ya Allah, nasıl dilersen beni onlara karşı sen koru, diye dua etti.           .
Bunun üzerine dağ sarsıldı, onlar da (dağdan aşağı) düştüler. Delikanlı yürüyerek padişaha geldi. Hükümdar ona:
- Arkadaşların ne oldu? dedi. O:
- Allah beni onlara karşı muhafaza etti, dedi.
Padişah onu adamlarından (başka) bir güruha teslim etti ve:
- Bunu götürün, bir gemiye bindirip denizin ortasına iletin. Dininden dönerse (serbest bırakın) aksi halde denize atın, dedi. Götürdüler, delikanlı (dua ederek):
- Ya Allah, nasıl dilersen onlara karşı beni koru, dedi. Bunun üzerine gemi onlarla birlikte altüst oldu, hepsi boğuldular. O yürüyerek hükümdara geldi Padişah:
- Arkadaşların ne oldu? diye sordu. Delikanlı:
- Allah, onlara karşı beni ayakta tuttu, dedi ve padişaha karşı şöyle konuştu: "Sana emrettiğimi yapmadıkça beni öldü­remezsin. " Padişah:
- Nedir o? dedi. Delikanlı:
- Halkı, geniş bir meydan da toplayacaksın; beni de hurma dalına asacaksın. Sonra ok torbamdan bir ok al, yayın tam or­tasına yerleştir, daha sonra "Delikanlının Rabbi olan Allah'ın adı ile" de sonra at. Sen, böyle yaptığın takdirde beni öldürebilir­sin, dedi.
Bunun üzerine hükümdar halkı bir meydana topladı. Delikanlıyı hurma dalına astı. Sonra delikanlının ok tor­, asından bir ok aldı, onu yayın tam ortasına koydu. Daha sonra, “delikanlının Rabbinin adı ile" dedi. Bunu takiben oku attı. Ok delikanlının şakağına isabet etti. O, elini şakağına koydu ve ru­hunu teslim etti. Halk "Delikanlının Rabbine iman ettik" dedi­ler. Sonra Padişahın adamları gelip:
- Çekindiğin şeyi gördün mü? Allah'a andolsun ki korktuğun başına geldi, halk (tamamen) iman ettiler, denildi.
Padişah sokak ağızlarına hendekler açılmasını emretti. Hendekler açıldı, içleri ateşlerle dolduruldu ve;
- Kim dininden dönmezse zorla ateşe atın, yahut onları ateşe sokun, denildi.
Bu işleri yaptılar. Nihayet (kucağında) çocuğu ile birlikte bir kadın geldi, ateşe düşmemek için durdu, sendeledi. Çocuk kadına:
- "Ey anneciğim, sabret. Çünkü hak (din) üzeresin" dedi.
9- İsrail oğullarından bir kadın, oğlunu emziri­yordu. Binekli, güzel ve heybetli bir adam da oradan geçiyordu. Kadın oğlunun da böyle olmasını arzuladığından, "Ya Allah, benim oğlumu da böyle (yakışıklı ve heybetli) kıl!" dedi. Çocuk emmeyi bıraktı ve o kimseye dönüp baktı da, "Ya Allah beni onun gibi yapma!" dedi. Sonra annesini emmeye devam etti.
Daha sonra oradan bir cariye geçti. Halk onu dövüyor ve ona kötü laflar söylüyorlardı. Kadın, o cariyeyi kastederek, "Ya Allah benim çocuğumu böyle yapma!" dedi. Çocuk bir an için emmeyi bırakarak, "Ya Allah beni onun gibi yap!" diye dua etti. Bu hayret verici konuşmaların künhüne akıl erdiremeyen anne, kucağındaki küçük yavruya:
- Neden böyle söyledin, dedi. Çocuk hakikati şu ifadelerle açıkladı:
- O atlı, zalimlerden biridir. Bu kadın ise, halk, kendisine yapmadığı halde hırsızlık yaptı(n), zina etti(n), diyorlar, ce­vabını verdi.
10- Fir'avn'ın kızının baş tarayıcısı, Allah'a İman etmiş bulunan kadının kızı:
Annesi bir gün Fir'av'nın kızının başını tararken tarak düşmüştü. Onu alırken "Bismillah, teise Fir'avnü Allah'ın adı ile (alıyorum). Fir'avn kahrolsun" dedi. Fir'avn'ın kızı:
- Senin, babamdan başka Rabbin mi var? diye sordu.
- Benim ve sizin Rabbiniz Allah'tır, cevabını verdi. Fir'avn'ın kızı:
- Bunu babama haber vereyim mi? dedi. Kadın:
 - Evet, dedi.
Kız da babasına haber verdi. Fir'avn, kadının inancından dönmesini istedi. Kadın, bu teklifi reddetti, Sığır şeklinde bakırdan yapılmış içi boş bir heykel vardı. Fir'avn, onun ateşte iyice kızdırılmasını ve kadının bunun içine atılmasını emretti. Bakırdan mamul sığır heykeli, kızdırıldı ve kadını içine atmaya teşebbüs ettikleri zaman, kadın geri çekildi. Kucağında bulunan çocuğu:
- Anne, geri çekilme (korkma), zira sen hak üzeresin, dedi.
11- Mübarekü'l Yemame: Yemame halkından bir şahıs, çocuğu ile birlikte Resul-i Ekrem'in huzuruna gelmişti. Peygamber Efendimiz ona:
- Ey oğul! Ben kimim? dedi. Çocuk:
- Sen Allah'ın Resulüsün, cevabını verdi. Resulüllah:
- Sende olan (bu istidad) ı Allah mübarek kılsın, buyurdu ve bu çocuğa (Mübarekü'l-Yemame) adını verdi.
12- Nuh aleyhisselam: Annesi Hz. Nuh'u mağarada dünyaya getirmiştir. Mağaradan ayrılmak dilediğinde, "Vay haline ey Nuh" demişti. Hz. Nuh:
- Hiçbir kimse (nin bana zarar eriştirmesin) den korkma! Allah beni yarattı (ğı gibi) korur" dedi.
13- Musa aleyhisselam: Fir'avn, zulümde o kadar haddi aşmıştı ki, "Sizin en üstün Rabbinizim", diye, kavmini kendi­sine taptırmaya başlamıştı. Ölüp de yok olmamak için çare ara­yan, fakat bulamayan bu zalime, bir kahin, "İsrailoğullarından bir çocuk doğacak ve senin devletinin zevaline sebep olacak" demiş idi. Fir'avn bundan korkup, Beni İsrail'den doğan erkek çocukları öldürtmeye başlamıştı.
Her semte tayin ettiği cellatlar İsrailoğullarının evlerini dolaşıp yeni doğan erkek çocukları öldürmeye devam ettikleri sırada Hz. Yakub'un üçüncü oğlu "Levi'nin torunlarından İm­ran adındaki zatın oğlu istikbalin KELİM'i Hz. Musa dünyaya geldi. Annesi, evladının gözü önünde boğazlanmasına dayana­mayacağı için türlü çareler ararken Fir'avn'ın cellatları evi bastılar. Hz. Musa'nın annesi, korkusundan çocuğu fırının içine sakladı. Hz. Musa'nın kızkardeşi vaziyeti bilmediği için fıırını yakmıştı. Annesi çocuğu almak için geldiğinde ne görsün! Fırın alevalev yanmakta idi. Annelik şefkatinin verdiği bir heyecanla:
- Eyvah! (Felaketten) sakınmak bana bir fayda vermedi.
Evladımızı yaktınız, diye çocuklarına bağırırken fırın için Hz. Musa şöyle seslendi:
- (Anneciğim) korkma ve üzülme! Allah beni (yanmaktan) ­korudu, dedi.
Annesi elini fırına sokarak oğlunu çıkardı.

14- Hz. Yusuf: Hazret-i Yusufun konuştuğuna dair rivayet varsa da konuştuğu tesbit edilememiştir.