2 Temmuz 2015 Perşembe

İstanbul'un Tılsımları ve Hikayeleri 3

Konstantin’in dikili taşı
At Meydanı yani Sultanahmet’teki Milyon-bar denilen yüksek sütun. Bir demir direğin çevresinde örülen 300.000 kadar taştan inşa edilmiştir. Sütunu yaptıran, Porfirojenetos adıyla da bilinen 7. Konstantin idi. Sütunun tepesine, ortadaki demir mile tutturulan mık­natıslı bir taş koydurarak mıknatısın demiri çekme özelliğinden ötürü bu sütunun kıya­mete kadar yıkılmasını engellemek istemişti. At Meydanı, diğer adıyla Hipodrom, bugün Sultanahmet Parkı’nın bulunduğu yerdi. Üze­rini kaplayan yaldızlı ve resimli bakır levha­lar, Haçlılar tarafından söküldü. Bazı kaynaklarda taşın üstünde tunçtan bir küre olduğundan da söz edilir.

Mısır’dan getirilen dikili taş
Yine At Meydanı’ndaki, dört köşe, yekpare, kırmızı bukalemun rengindeki bir diğer sütun da Teodosyos’un M.S. 390’da İskenderiye’den getirterek diktirdiği ünlü Dikilitaş’tır. Üzeri hiyerogliflerle kaplı olan ve yüksekliği 30 metreyi bulan Dikilitaş’ın kökeni, Mısır’ın Helipolis kentine uzanır. Patrik Konstantius, bu sütunun tepesinde bir yaldızlı kürenin bulunduğunu ve şiddetli bir lodos sırasında düşerek parçalandığını yazar. Dünyanın bugün ayakta duran en büyük dikilitaşı ola­rak Guinness Rekorlar Kitabı’na geçmiştir.


Yılanlı Sütun
At Meydanı’ndaki eski Spina’nın üzerindeki sütunlardan biri de Yılanlı Sütun’dur. Büyük Konstantin tarafından Delfi şehrinden İstanbul’a getirilip diktirilen bu sütun Hele­nistik devre ait abidelerin en eskisidir. Abide, ilk inşaatında 29 burmadan ibaretti ve üstün­deki üç yılan başına kadar 8 metre yüksekli­ğinde idi. Birbirine sarılmış olan yılanların vücutları 6,5 metre yükseklikte birbirlerinden
ayrılıyordu. Yılanların başları üstünde üç ayaklı bir altın vazo bulunuyordu.
Üç başlı ejderha şeklinde olan bu direğin, akrep, çıyan ve yılan gibi hayvanları kentten uzak tuttuğuna inanılırdı. Evliya Çelebi bu objenin etkisini nasıl yitirdiğini şöyle açıklar:

“Başının birisini bir yeniçeri kılıçla vurarak kırmıştır. O anda direğin tılsımı kısmen bozul­muş ve istanbul’un içine yılan, çıyan, akrep ve benzer hayvanlar dolmuştur. Denildiğine göre, yarı yüksekliği, Sultanahmet Camii yapılırken toprak altında kalmıştır.”

Ateşler saçan heykeller
Evliya Çelebi, yukarıda anlattıklarından başka altı objeyi de “denize ait tılsımlar” ola­rak anlatmıştır. Çatladıkapı’da Güngörmez Sarayı bitişiğinde, üzerinde tunçtan bir dev heykeli bulunan dört köşe sütun vardı. Ne zaman Akdeniz yönünden düşman gemileri gelecek olsa, bu dev heykelinden bir ateş çıkar ve gemileri yakarak batırırdı. Kadırga lima­nındaki bakırdan yapılma geminin ise, şöyle bir işlevi vardı: Her yıl zemheri gecesi kentin büyük kadınları bu bakır gemi içinde sabaha kadar denizde dolaşır, Akdeniz’i korurlarmış. Rivayete göre, İstanbul’un fethi sırasında bu gemi ele geçirildi. Tophane tarafında da ikinci bir bakır gemi vardı. Gene her yılın zemheri gecesinde içine binen sihirbaz ve fal­cılar, bu kez Karadeniz kıyılarında dolaşarak oraları korurlardı. Bunu da Muaviye’nin oğlu Yezid’in, Galata’yı ele geçirişi sırasında par­çalattığı söylenir. Sarayburnu’ndaki tunçtan yapılma üç başlı ejderha da çıkardığı ateşle, Karadeniz ve Akdeniz yönlerinden gelen düş­man gemilerini yakardı.

Objelerin yaydıkları tesirler
Evliya Çelebi, bu tılsımların çoğunun “ses çıkarmak ya da çığlık atmak” suretiyle isteni­len etkiyi
oluşturduklarından söz etmektedir. Bu da gösteriyor ki, bu objeler yüklenmiş oldukları belirli bir tesiri, programlandıkları zamanlarda yayarak, etkileyecekleri olgulara ilişkin titreşimler yaymakta ve titreşimler de fizik düzeyde ses etkilerine yol açmaktadır. Bu tür “vızıltı, çınlama” gibi ses etkilerine ufolojik tezahürlar sırasında da rastlanıldığı biliniyor.

Gizli enerji merkezleri
Burada küçük bir bölümü incelenen İstanbul’ un dikili taşlarının başlı başına enerji merkez­leri olduğu düşünülebilir. Bu taşlar büyük olasılıkla, kozmik yasalar uyarınca birtakım enerjileri çok yönlü amaçlar doğrultusunda toplayıp dağıtıyorlardı. Belki bugün de aynı işlevi görüyor olabilirler. Hatta taşların dikili bulundukları yerlerin Türkiye’deki ley hatla­rıyla bağlantılı olduğu ve bunların birleşim nokta­larının yeni düşünceleri ortaya çıkaracağı da söylenebilir.

Karacaahmet mezarlığında bulunan ve rivayete göre bir ata ait olduğu söylenen bir mezar vardır. Buranın yürümesi geciken çocukların yürümesini sağlayan bir ziyaret yeri olduğu söyleniyor

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder