31 Mart 2016 Perşembe

Nefsi Terbiye Metodları - Mevlana'dan

Nefs-i Emmâre

Nefsin ilk basamağıdır, kötüyü emreder. Hak düşünülmez, gaye ve gayeye varmak için dünülenler batıldır. Islahı için, uyulan kimsenin sözlerini paha biçilmez mücevherdir diye değerlendirip onun nazarına mazhar olmak için gayret etmek gerektir. Zor bir düşmandır. Hiçbir mücadele onunla yapılan kadar zor olmaz. Bu mücadelede tevhid başı çekerse kurtuluş kolaydır. Yani çokça “Lailahe illallah” demek. Vücut ülkesini tasarrufu altına aldığı an, akıl, irade, hisler kısaca herşey onun emrindedir. Böyle insan hem maddeten, hem mânen tehlikelidir.

Hakikat önünde en aşırı karanlıktır. “Nefs-i emmare kötülüğü emreder.” Nefsin bu hali adeta vahşi hayvanların, korkunç manzaraların olduğu bir karanlık vadiye benzer. İnanmayan insanların halidir bu. Hakikatin zıddı kâmilidir. Ve de ruhun ayağına takılan kelepçedir. Bu mertebede olan insan doğruyu göremez. Doğruya yanlış der. Mevlâna bu vadideki insanları ahırdaki mahluklar olarak beyan ediyor.

Mevlâna, Mesnevî’sinde bir kâmilin şaşı olan müridinden bahseder. Bu kâmil insan, müridine  der ki: “Evladım, bana testiyi getir.” Mürid, şaşı olduğu için testiyi iki görür. Ve, “Sultanım testi iki tane, hangisini getireyim?” der. O kâmil, bir hakikatın ispatı için ona, “O zaman birini kır, ötekini getir.” der. Mürid birini kırdığında elinde sadece testinin sapı kalır. İkinci bir testinin olmadığı hakikatı ile karşılaşır.

Mevlâna, bu misali nefs-i emmaredeki insanların hakikat karşısında şaşı olduğunu beyan için zikreder. Evet, nefs-i emmarede bulunan kimseler gerçeği göremez ve hakkı batıldan ayıramazlar, bu sebeple devamlı hatâ ve isyan ederler. Mevlâna, nefsi diğer sûfîler gibi çeşitli sembollerle anlatır:

“Putların anası bir put olan nefsinizdir; çünkü put yılandır; nefis putuysa ejderha / Nefis, demirle taş gibidir; put o çakmak taşından sıçrayan kıvılcımdır; o kıvılcım suyla söner gider / Fakat çakmak taşıyla demir, ne vakit suyla söner? İnsanoğlu bu ikisi kendisiyle oldukça nasıl esenliğe ulaşır? / Testide gizli duran kara sudur; nefsi ise bu kara suya kaynak bil / O yontulmuş put, kara sele  benzer; put yonan nefisse ana yoldaki kaynaktır / Bir parçası yüzlerce testiyi kırar ama kaynağın suyu durmadan dinlenmeden çoşar kaynar / Put kırmak kolaydır, pek kolay; fakat nefsi kırıp geçirmeyi kolay görmek bilgisizliktir, bilgisizlik / Ey oğul, nefsin şeklini arıyorsan yedi kapılı cehennemin hikayesini oku / Her solukta bir düzeni vardır nefsin, her düzeninde de yüzlerce Firavun, o Firavunlara uyanlarla beraber batar gider / Mûsâ’nın Rabbine, Mûsâ’ya kaç, Firavunluk ederek iman suyunu dökme / Ahad’e AHMET’e el et; a kardeş kurtul nefis Ebu Cehilinden.”

İşte Hz. Mevlâna’nın beliğ olarak ifade ettiği bu menfi halin geçilmesi kurtuluş için zarurîdir, şarttır.

Nefsin bu mertebesinde kelime-i tevhid ve riyazet gerekir. Mevlâna, bu dönemi, babasının halifesi Seyyid Burhaneddin ile aşmıştır. Oruç, zikir ve çile gibi nefsi terbiye metodlarıyla...

Cumamız Mübarek Olsun / Can METEDORAN

Günlerin en hayırlısı Cuma, ayların hayırlısı Ramazan, amellerin hayırlısı da vaktinde kılınan namazdır.

Cuma günleri mevtaların ruhları, tanıdıklarına evlatlarına gelirler, bir hediye beklerler, bir Yasin-i şerif okusa da sevabını bana hediye etse diye beklerler.
 Huzur-u ilahide toplanmak çok büyük nimettir. Huzur-u ilahi namazdır. Allahü teâlâ, namazdan sonra “İste kulum vereyim” diyor. Bu saat-i icâbedir. Hele Cuma günü öyle bir saat vardır ki, o anda yapılan dua red olmaz. Âlimler, Cuma günü “saat-i icabe” ikindi namazı vaktidir buyurmuşlar.

 Cenab-ı Hakbeş vakit namazın her bir vakti kılındığında, bir önceki vakitten itibaren işlenen günahları siler. Her Cuma, bir önceki Cuma’dan itibaren işlenen günahlara kefaret olur ve her Ramazan da bir önceki Ramazan’dan itibaren işlenen günahları yok eder. Çünkü Allahü teâlâ, affetmeyi çok seviyor.

 Peygamber efendimiz, “Cuma günü öyle bir zaman vardır ki, o vakit yapılan dua geri çevrilmez” buyuruyor. Ubeydullah-ı Ahrâr hazretleri de, “Eğer cuma günü duanın kabul olduğu o saati bilsem, Rabbimden sohbet-i salihîn, sevdiği kullarıyla beraber olmayı isterim” buyurmuştur. Çünkü bütün üstünlük, bütün faziletler onların sohbetindedir. Onların sohbeti ele geçti mi, her şey ele geçti demektir. Allah’ın sevgili kullarını arayıp da bulmak çok zordur. Ancak şimdi elimizde onların kitapları vardır. İşte Seadet-i Ebediyye ve diğer kitaplarımız, Allahü teâlânın sevdiği kullarının yazılarıdır. Bu yüzden de çok kıymetlidir. Eğer kitaplarımızda bize ait birkaç satır olsaydı, pırlantaların arasına cam parçalarını karıştırmış olurduk. O zaman hiç kıymeti kalmazdı. Elhamdülillah bize ait hiçbir yazı yok. Maalesef şimdi herkes aklına geleni yazıyor, bu düşüncelerine, “İslamiyet budur” diyor. Hâlbuki İslamiyet’le alakası yoktur.

 Allahü teâlâ çok şefkatli, çok merhametli, çok affedici olduğu için, namazlar arasındaki hatalarımız silinsin diye beş vakit namazı emretmiştir. Ayrıca Cuma gününü yaratarak, bu günde yapılan duaları kabul ediyor ve bir haftalık hatalarımızı, günahlarımızı siliyor. Ramazan-ı şerifte, bir ay boyunca, bu ayın şerefinden dolayı, kabirde kâfirler dâhil, kimseye azap yoktur. Ayrıca, mübarek gecelerde yapılan duaları kabul ediyor.

30 Mart 2016 Çarşamba

Mimarisi ile Ünlü İstanbul'un Tılsımları

Evliya Çelebiye göre dünyada en çok isim değiştiren şehir olan İstanbul'a başka ülkelerden de getirilen ünlü mühendis ve mimarlar tarafından, kenti türlü belalardan korumak amacıyla 27 tılsımlı anıt dikilmiş. Bu tılsımlı anıtlardan ilk on beşi şunlarmış:

Birinci tılsım; “Avratpazarı” (Cerrahpaşa) denilen yerde, bin parça beyaz mermerden, minare gibi içi boş merdivenli yüksek bir direkmiş (Arkadius Sütunu). Direğin tepesinde peri yüzlü bir heykel duruyormuş. Söylentiye göre bu peri yüzlü heykel yılda bir defa bir feryat koparırmış, yeryüzünde ne kadar kuş varsa o heykelin etrafında dönermiş. Kuşların binlercesi yere düşer, halk da bunları yermiş.
Ben bu sütunun yerini çocukluğumdan beri biliyorum...  Bu yer Cerrahpaşa Ekmek Fabrikası'nın yan tarafındaydı... Ve biz o günkü çocukluk heyecanıyla bu sütunun alt kısmındaki bölüme çıkar orada oyun oynardık... O sütunun bir de alt kısmı vardı... O sütunun yanındaki derme çatma bir binada yaşayan yaşlı insanlar buraya bu sütunu görmeye gelen turistlere burayı gezdirirler, ev harçlıklarını buradan karşılarlardı... Daha sonra o yaşlıların ölümünden sonra orayı satın alanlar, artık burayı halka açmıyorlar...

İkinci tılsım; Tavukpazarı (Çemberlitaş) denilen yerdeydi. Kırmızı renkli som mermerden sütunun; hanedanı kötülüklerden, hastalıklardan ve fesattan koruduğuna inanılırdı. Konstantin'in diktiği bu yüksek sütun üzerindeki bir sığırcık kuşu timsali tılsım yılda bir kere kanat çırpması üzerine bütün kuşlar gaga ve tırnakları ile üçer tane zeytin getirdikleri de belirtilir.

Üçüncü tılsım; Saraçhane'de Büyük Pozantin'in kızının mezarı üzerine dikilmişti. “Kıztaşı” diye bilinen bu tılsım, İmparatorun kızını yılanlardan, çıyanlardan ve karıncalardan korumak için dikilmişti. Bu Kıztaşı şimdi o mahalleye adını da veriyor... Geçenlerde yolum bu Kıztaşı'nın önünden geçti... Durup saatlerce taşı inceledim etrafımdan gelip geçenlerin tuhaf bakışları arasında... Eh ne de olsa 1675 senelik bir taşa bakıyordum...

Dördüncü, beşinci, altıncı ve yedinci tılsımların hepsi Altımermerli sütununun üzerindeydi... Altımermer şimdiki Kocamustafapaşa semtindeydi... Altı adet mermer sütunun her biri eski bilginler tarafından yapılmıştı. Her bir mermer sütunda bir tılsım bulunurdu...

Dördüncü tılsım, Altımermer'den biriydi. Bunlardan birinin üstünde sürekli olarak vızıldayan bir sinek resmi vardı. Bu sayede İstanbul'a sivrisinek girmediğine inanılırmış.

Beşinci tılsım; yine Altımermer'den biriydi. Bunda ise bir leylek resmi vardı. Bu leylek yılda iki kere çığlık atardı. Birinci çığlıkta bir anda her yer leylek dolar, ikinci çığlıkta İstanbul'daki tüm leylekler ortadan kaybolurmuş.

Altıncı tılsım'da ise bir horoz resmi vardı. Bu horoz 24 saatte bir öter ve bütün horozlara önderlik edermiş.

Yedinci tılsım; Altımermer'in birinde bulunan kurt resmiydi. Bu kurt sayesinde İstanbul'da koyun sürüleri çobansız gezer, akşam oldu mu beslenmiş bir halde eksiksiz olarak ahırlarına dönermiş.

Sekizinci tılsım; tunçtan yapılmış genç bir erkek ve sevgilisinin birbiriyle kucaklaşmış haldeki heykelleriydi. Halktan karı-koca kim kavga ederse, içlerinden biri gelip bu heykeli kucaklarsa hemen barışırlarmış.

Dokuzuncu tılsım; Bilgin Calinus'un beyaz mermer üzerine yaptırdığı ihtiyar adam ve kadın resmiydi. Bir erkek ile kadın geçinemezler de onlardan biri bu heykeli kucaklar ise hemen boşanırlarmış.

Onuncu tılsım; Sultan Beyazid Hamamı'nın altında dört köşeli bir sütundu. Bunun sayesinde şehre taun (veba) hastalığı girmezmiş. Beyazid Hamamı yapılırken bu tılsım yıkılmış. O anda Sultan Bayezid'in bir oğlu vebadan ölmüş ve kentte veba salgını baş göstermiş.

On birinci tılsım; Tekfur Sarayı'ndaki tunçtan bir ifrit heykeliydi. Bu heykel yılda bir kez etrafına ateş saçarmış. Bu ateşten bir kıvılcım alabilen çok sağlıklı olur, genç kalırmış. O ateşten bir kıvılcım alıp da evinde mutfağına koyarsa o adam hayatta oldukça o ateş hiç sönmezmiş.

On ikinci tılsım; Zeyrek'te Hz. Yahya Kilisesi bitişiğindeki bir mağaradır. Her sene kışın zemheri geceleri olunca nice “koncoloz” denilen cadılar bu mağaradan çıkarak arabalara binip dolaşırlarmış.

On üçüncü tılsım; Ayasofya'da dört sütunlu bir anıttır. Azrail, Cebrail, İsrafil ve Mikail resimleri bulunan bu sütunların her biri bir tılsımdı. Cebrail kanat çırpıp bağırınca Doğu'da bolluk olur derlerdi. İsrafil resmi kanat çırparsa, Batı'da kıtlık olacağına inanılırdı. Mikail resmi kanat çırparsa, Kuzey'den bir kahraman çıkarmış. Azrail resmi kanat çırpınca dünyanın her yanına veba salgını başlarmış. 

On dördüncü tılsım; Atmeydanı'nda (Sultanahmet) “Milyonpar” (Örme Sütun) denilen bir anıttır. 300 bin taştan yapılma bu sütunun tepesinde çok güçlü bir mıknatıs vardır. Bu mıknatıs İstanbul'u depremlerden korurmuş. Evliya Çelebi bu dikili taşla ilgili şöyle bahseder: Atmeydanı'nda Milyonpar adlı yapma yüksek bir sütundur ki usta zırai ile boyu 150 arşındır. Kostantin zamanında yönetimi altında olan padişahların ellerindeki kalelerin ve büyük şehirlerin sayısınca her padişahtan o kadar değerli ve muteber renk renk değerli taşlar isteyip geldiğinde Atmeydanı alanında dağlar gibi yığılıp tamam oldukta hesap ettiler üç kere yüz bin çeşit çeşit taş gelmiş. Ondan bildiler ki Konstantin üçer kere yüz bin kale ve şehre malik kral imiş. Daha sonra bir yetkin usta bu taşların dünya durdukça durması için Atmeydanı'nda bu taşlardan kale ve şehirlerin düzeni için bir minare mili tılsım edip milin ta ortasında bir kalın demir mil dikip dört tarafına anılan taşla hendese üzere inşa edip milin ta en tepesine hamam kubbesi kadar bir mıknatıs taşı koyup o milin ortasına konan demir mili mıknatıs çekip bütün renk renk taşlar da birbiri üzerine metanet buldu. O milin bütün taşları yedi iklim şehirlerinin her birinden gelip yapıldığı için milyonpar derler. Hala sabit bir ibret verici bir parça bir alamettir. Mimarbaşı milin dibinde gömülüdür ki Uryarin adlı bir ustadır. Ayasofya'yı yapan Agnados Mimar'ın oğludur.

On beşinci tılsım; Burma Sütun'dur. Üç başlı ejderha şeklindeydi. Başının birisini bir yeniçeri yiğidi kılıç ile bir vuruşta kırmıştır. O tarihten itibaren bunun tılsımı kısmen bozulmuş, İstanbul'da daha önce hiç görünmezken, birdenbire akrepler çıkmış.
Tüm bu tılsımlar o günkü İstanbul'u korumakla kalmamış, günümüze kadar efsanelerin kulaktan kulağa anlatımıyla gelmiştir... Bugün bu yarımadanın her yerinde yapılan bina kazılarının altında binlerce senelik eserler gün yüzüne çıkmaktadır... Bunların bazıları koruma altına alınmakta, bazıları da sessizce yıkılarak bir tarih yok edilmektedir... Bugün Vatan Caddesi'nden Yenikapı'ya yapılacak metro çalışmalarıyla Murat Paşa Camii arkasında yerin beş on metre altında saray kalıntıları bulunmuş ve metro inşaatı durdurulmuştur örneğin...
Son söz olarak bizler gençler olarak geçmişin tarihsel izlerini yok ederek geleceğe, geleceğimize yol açamayız... Hepimizin üzerine düşen görev bu tarihsel zenginlikteki hazineye sahip çıkarak, onu geleceğe yine aynı güzellikte bırakmanın yollarını yaratmaktır...

Çünkü;
”Geçmişine sahip çıkamayan toplumlar, geleceklerine umut bağlayamazlar...”

Ya da;
“İstanbul koca şehir seni... Seni ancak tılsımlar korur...” 

29 Mart 2016 Salı

Dünyada En Çok İsim Değiştiren Şehir

Evliya Çelebi'ye göre dünyada en çok ismi olan şehir İstanbul'dur... İstanbul kentine Latinler “Makedonya”, Süryaniler“Yankoviçe, Aleksandra”, Yahudiler “Vizendovina”, Frenkler “Yağfuriye, Pozantiyam, Konstantiniye”, Avusturyalılar (Nemçe) ‘Konstantinapol', Ruslar “Tekfüriye”, Macarlar “Vizendovar”, Felemenkler (Hollandalılar) “İstefaniye”, Portekizliler“Kostin”, Araplar “Konstantiniyye-i Kübra” (Büyük İstanbul), İranlılar “Kayser-i Zemin” (Yeryüzü İmparatoru), Hintliler “Taht-ı Rum” (Roma hükümdarlığı), Moğollar “Çakdurkan”, Tatarlar “Sakalya” adlarını vermişlerdir.
“Bizantion” kentin tarihini başlatan ismidir. Latince'de “Bizantoum”, Grekçe'de “Vizantion”du. İstanbul Latince ilk adını Büyük Roma İmparatoru Septimius Severus'un oğlu Antonius'un ismini bu şehre vermesi ile almıştır. M.S. 2. yüzyılda Ermeni kaynaklarında şehrin adının “İstanbol” veya “Istınbol” olarak yer alması daha da ilginçtir. 14. yüzyılda İbn Batuta da“Astanbul” olarak bahseder. Peygamber efendimizin hadis-i şerifine göre şehrin adı “Kostantıniyye”dir. Osmanlı döneminde şehrin adları o kadar çoğalmıştır ki bunlardan bazıları şunlardır: Dersaadet (Saadet Kapısı), Der-i Devlet, Deraliye, Asitane, Darü's-Saltana, İslambol... Sultan III. Mustafa, 1762 yılında İstanbul'a “Konstantiniyye” denmesini yasakladı. Fakat sonraları 19. yüzyıl sonuna kadar Türkçe'de bu ad kullanıldı. Aynı zamanda Arapça olarak verilen “Belde-i Tayyibe”(Güzel kent) adı Ebced hesabına göre İstanbul'un fetih tarihi olan hicri 857 (Miladi 1453) rakamını ifade eder

Tabii bu kadar güzel bir şehir kurulur da bu şehri gök ve yer afetlerinden ve her türlü belalardan korumak amacıyla büyü ve tılsımlar yapılmaz mı? Yapılır elbet... Bunların çoğu da bugün hala ayaktadır... Bu konudaki bilgiyi de Evliya Çelebi'nin Seyahatnamesi'nden öğreniyoruz...
Evliya Çelebi'ye göre; Bizans İmparatorları Yanko, Vezondan ve Konstantinus döneminde halkının gök ve yer afetlerinden korunmaları için İstanbul çok güzel imar edilmiş. 

28 Mart 2016 Pazartesi

Hz. Süleyman Peygamber ve Saydun'un Hikayesi

“Süleyman Aleyhisselam, Kaf dağlarına kadar yeryüzünün tek sultanı olduğu halde, okyanusun ortasındaki Ferendüz Adası'nın hükümdarı Saydun'u bir türlü hükmü altına alamamıştı. Saydun çok gururluydu, Hazreti Süleyman da olsa kimseye baş eğmiyordu. Hazreti Süleyman'ın buna çok canı sıkıldı ve Ferendüz Adası'na bir sefer tertip etti.
Hazreti Süleyman bir gazaya gideceği zaman emir verir, tahtadan bir döşeme yaptırırdı. Önce tahtı bu döşemeye yerleştirir, askerleri, hayvanları, bütün harp aletleri, teçhizatı ve gerekli her şeyi de yüklettirir, sonra da şiddetle esen rüzgara emrederdi. Rüzgar hemen tahtanın altına girer, sabahtan öğleye kadar bir zaman içinde onları bir aylık yola götürürdü.
Bu seferinde gene öyle oldu. Hazreti Süleyman Ferendüz Adası'na gitti. İnsan ve cinlerden müteşekkil ordusuyla Kral Saydun'u yendi. Memleketini ve halkını esir etti. Sonra da Saydun'u huzuruna getirtip ateş saçan kılıcıyla onu öldürdü. Ferendüz Kralı Saydun'un dünyada eşi emsali olmayan güzellikte bir genç kızı vardı. Adı “Alina”ydı. Süleyman Aleyhisselam Alina'yı savaş hediyesi olarak aldı ve Hak dinine davet ederek onunla evlendi.
Hazreti Süleyman'ın nesepleri saf ve şeref sahibi ailelerden olan hanımları vardı, ama Alina hepsinden başkaydı. Hazreti Süleyman ona kadınlardan hiçbirini sevmediği kadar severek kalbini verdi. Fakat Alina hep keder içinde yaşıyor, hep ağlıyordu. Hazreti Süleyman bir gün kendisine sordu: “Güzel Alina, senden ayrılmayan bu kaygı ve eksilmeyen bu gözyaşları nedir?” diye.
Alina ise; “Ya Eminullah, babamı hatırladıkça keder ve hasret içinde kalıyorum, emret de benim için babamın bir heykelini yapsınlar. Sonra da bir saray yaptır, ömrümün geri kalan kısmını o sarayda dua ve ibadetle geçireyim. Babamın heykeline baktıkça da kederlerim gider...”
Hazreti Süleyman sevgili hanımının bu ricasını kabul etti ve hemen insanları, cinleri, kuşları, rüzgarları toplayıp emir verdi:“Tez olun... Dünyanın en güzel yeri neresidir, bulup bana haber verin.” Hazreti Süleyman Alina'sına yaptıracağı sarayın, dünyanın en güzel yerinde olmasını istiyordu.
Cinler, insanlar, kuşlar ve rüzgarlar yedi gün sonra haber getirdiler: Süleyman Aleyhisselam hemen İstanbul'a geldi. Sarayburnu'nda bir gece geçirdi. Sabahleyin uyanınca havanın ve suyun etkisiyle kendisini tam manasıyla genç ve kuvvetli hissetti. Sonra cinlere emir verip hemen burada bir saray yaptırdı ve “kıyamete kadar mamur olsun” diye İstanbul için hayr duası etti.
Efsaneni sonu ise acıklıdır. Meğer güzel Alina bu sarayda gizli gizli babasının heykeline taparmış!.. Hak dininin bir peygamberi olan Süleyman Aleyhisselam bunu öğrenince sevgili Alina'sını öldürdü. “Biz Allah'ın kullarıyız, hep Allah'ın katına döneceğiz” ayetini okuduktan sonra o putu, yani Alina'nın babasının heykelini kırdı. Ardından temiz elbiseler getirilmesini emretti. Bu elbiselerin iplikleri ancak bakire kızlar tarafından eğrilir ve dokunur, ancak bakire kızlar tarafından yıkanırdı. Hazreti Süleyman bunları giydi. Açık bir yere çıkarak yere kül serpilmesini emretti. Sonra bu külün üzerine oturdu, Allah'a dua etti. Dünyanın en güzel yerinde yaptırdığı bu sarayda karısı tarafından işlenen günahın affını diledi. Ondan sonra Sarayburnu'nu da, yaptırdığı sarayı da olduğu gibi bırakıp Kudüs'e döndü.”

27 Mart 2016 Pazar

Cadılar Savaşa Tutuşuyor

Evliya Çelebi, hicri 1076 şevvalinin 20. gecesi Hatukay Çerkez diyarının 300 küsur haneli Pedsi köyünde cadıların gökyüzündeki savaşına şahit olur. Zifiri karalık  bir gecede yıldırımlar aniden kıyametler gibi kopmaya başlar. Ortalık Çerkez kadınların nakış işleyebilecekleri kadar aydınlanır.
Durumdaki harkuladeliği sezen Evliya civardaki Çerkezlere sorup, vallahi yılda bir defa böyle karakoncolos gecesi olur,  Çerkez oburları (cadıları) ile Abaza oburları göklere uçup ceng-i azim eder, vuruşurlar cevabını alır. Sonrada dışarı çıkıp korkmadan seyr-i temaşa etmesi tavsiye edilir.
Yetmiş, Seksen kişiyle birlikte dışarı çıkan Evliya,  büyük ağaçlar, küpler tekneler, hasırlar araba tekerleri, fırın söykeleri ve daha nice benzer eşyalara binmiş Abaza cadılarıyla, at ve sığır leşlerine, deve ölülerine binmiş, ellerinde yılanlar, at deve kelleleri olan Çerkez cadılarının savaşa tutuştuğunu hayerler içerisinde  görür.
Tam 6 saat süren bu vuruşmada kulakları sağır eden bir gürültü ortalığı kaplar. havadan yere keçe, sırık, küp, Tekne, kapı gibi eşya parçalarıyla, araba tekerleri, en nihayet at, insan ve sair hayvan uzuvları yağmaktadır.  7 Abaza oburu ve 7 Çerkez oburuyla sarmaşıp yere düşerce, Çerkez cadıları hemen 2 Abaza cadıyı kanlarını emerek öldürür ve ölülerini ateşe atarlar.  Horozların ötmesiyle biten savaşın ardından oburlar (Cadılar)da  giderler.
Evliya böyle hikâyelere dair gayet “münkir” olduğunu fakat kendisiyle birlikte bilcümle zevatında bunu görüp hayretler içinde kaldıklarını belirterek, ahalinin de 40 – 50 yıldan beridir bu denli şedid bir “karakoncolos gecesi” görülmediklerini söyler.
Evliya Çelebi'nin Seyahatnamesi'nden

26 Mart 2016 Cumartesi

Insan Kanı İçen “Yaşayan” Cadılar (Vampirler)

Yine Evliya Çelebi’nin anlatılanlardan naklettiğine bu diyarlarda yaşayan cadılarda vardır ki halkın arasında gezer de bilinmez. Fakat vakti zamanı gelip kudurunca, tuttuğu birinin kulağı arkasından kadını emer. Adam gün be gün hasta olur. Derhal akrabaları bir “cadı üstadı” bulup köy, kasabai şehir şehir dolanıp gözleri kan içmekten kan çanağına dönmüş cadıyı aralar ki yakalayıp zincire vuralar.
3 gün 3 gece zincire vurulan cadı, yaptığını ve cadılığını itiraf ettiğinde hemen yatırılıp göbeğine böğürtlen kazığı çakılır. Çıkan kan, kanı emilmiş adamın yüzüne gözüne sürülünce hasta derhal şifa bulur. Cadının leşi de ateşe atılıp yakılır.  Bu cadılık derdi taundan (vebadan) fenadır, Moskof, Leh, Çek taraflarında hayli yaygınadır vesselam.
***
Dr. Stefanos Yerasimos, Evliyâ Çelebi’nin Kafkaslara dair bu  anlatısında egzotizminin izlerini aramaktadır. Yerasimos’a göre Osmanlıların Kafkaslardaki hâkimiyetinin kısa sürmüş olması ve yöreye fazla ilgi göstermeyişleri burayı Osmanlılar için egzotik bir iklime büründürmüştür.   Bu nedenle Yerasimos, “havalarda atlarla uçuşan cadılar” , “cesetlere saplanan kazıklar”,  “zincire vurulan vampir hikâyeleri” Evliyâ’nın egzotik bir coğrafyaya doğaüstü mit ve efsaneleri yerleştirme ihtiyacından doğmuş olabileceğini sorgular.
Ancak Dr. Başak Öztürk Bitik, söz konusu eser Seyahatnâme olunca “egzotizm” seçeneğine kolaylıkla evet demenin çok da mümkün olmadığını belirterek; Evliyâ’nın şahit olduğunu söylediği ikinci cadı vakası, Osmanlılar için pek de egzotik olamayan bir mekânda, Bulgaristan’ın bir köyünde gerçekleşitiğinin altını çizer.

Evliya Çelebi'nin Seyahatnamesi'nden..

25 Mart 2016 Cuma

Kalmuk Tatarı’nın Sihirleri

Adamım ardından ormanın içine gizlice süzülen Evliya Çelebi Kalmuk’un yaptıklarını gizlendiği yerden hayretle izliyordu.  Kalmuk Tatarı bir ağacın dibinde def-i hacet edip kıçını yukarı çevirip kar üstünde taklalar atarak bir takım hareketler yaptı. Sonra ellerini yere koyup ayaklarını havaya kaldırıp, necasetini alnına sürerek bir müddet bu şekilde durdu.
Birden doğu, batı ve kuzey taraflarından kara bulutlar toplaşıp, gök gürlemesi ve şimşek ile bir büyük rüzgâr koptu. Kalmuk Büyücüsü, necasetinin etrafında üç dört defa dönüp, eliyle parçalar alıp havaya savurdukça yıldırımlar çakıp kıyametler kopar oldu.
Bu sırada askerler, Paşa’nın emriyle toplaşıp buz kesen nehirden karşıya geçmeye başlamışlardı. Fakat Dîvân efendisi ve mutaassıp birkaç zât ise sihir tesiriyle oluşan bu buzdan geçmeye reddetmişlerdi. Paşanın, geçmelerini emretmesiyle yine de Felak, Nas sureleri ve esmâü’l-hüsnâları okuyarak geçmeye koyuldular. Ancak okudukları dualar sihri bozduğundan buz delindi ve bir kısmı suya düşüp boğuldu.
Bu sırada hızla koşup gelen Kalmuk’lu büyücü ise sihrini bozdukları için başındaki kalpağını yere vurup feryat ü figan bağırarak Paşa’ya ve buz üstündekilere “Arapça” okumadan hızlı hızlı geçmelerini tembih etti.
Evliya Çelebi'nin Seyahatnamesi'nden

24 Mart 2016 Perşembe

Büyücü Kadın ve Karakoncolos

Evliya Çelebi, Rumeli’de (Bulgaristan’da) Çalıkkavak köyünde, bir “kefere” hanesinde konaklamakta ve ateş karşısında istirahat etmektedir. Kapıdan içeri saçı başı dağınık, çirkin yüzlü, yaşlı bir acuze kadın girer. Çekinmeden gelip ateşim başına oturur ve  kendi lisanında küfürler savurmaya başlar.
Evliya, önce dışarıdaki adamlarının kadını kızdırmış olabileceğini düşünür ve çağırtıp sual ettiğinde, “haşa bir şeyden haberimiz yoktur” cevabını alır. Sonra bu acuzenin etrafına kızlı erkekli 7 çocuk gelip onlar dahi ateşin etrafını saralar ve hep birlikte “çağıl” “çağıl” Bulgarca konuşmaya başlarlar. Evliya ise “ne garip temaşadır” diyerek bunları seyre koyulur.
Gece yarısı olunca çıkan gürültü ve patırtılar Evliya’yı uykusundan hoplatır. Evliya, acuze kadının kapıyı açıp içeri girdiğini ve ocaktan aldığı bir avuç külü fercine sürdüğünü görür. Sonra küle bir efsun okuyarak ocak başında yatan bu 7 çocuğun üzerine saçar.  Yedisi birden iri piliçlere dönüşerek “civ”, “civ”, “civ“ demeye başlarlar. Hemen elinde kalan külleri kendi başına serpince o an büyük bir tavuğa olup “guruk”,  “guruk” diyerek kapıdan çıkarı çıkar. Piliçler dahi ardı sıra çıkarlar.
O an evliya, “Bre oğlan” diye feryat ettiğinde, adamları hemen koşup gelirler ve burnundan kan boşladığını görürler.  Evliya ise onlara, “bu ne haldir bre, dışarı çıkın bakın hele bir kütürtdür kopuyor” der.
Dışarı çıkan adamlar görürler ki, tavuk ve piliçler atlar arasında gezinmekte, atlar ise birbirleri üzerine yarışıp kendilerini helak etmektedirler. Köydeki “kefereler” ise durumdan haberdar olup, gelip hemen atları bağlarlar. Cadı ve tavuklar ise bir tarafa gider.
Bundan sonrasını Evliya’nın adamı şöyle anlattır;  Bir baktık ki bir kefere, zekerini çıkarmış tavukların üzerine sepe sepe işemektedir. O an sekiz tavuk benî âdem (insan) olup biri yine o ihtiyar acuze oldu ve o işeyen kefere ve sair kefereler acuze kadını, çocukları kollarından tutup döve döve ve bir tarafa götürdüler. Ardı sıra gidip baktık ki meğer vardıkları yer kilise imiş. Hatunu papaza teslim edip papaz okuyup üfleyerek ‘afaroz-u mandolos’ eyledi.
Evliya anlatısına şöyle devam eder;  - Bu olay üzerine adamlarım yemin verdiler.  Antepli Müezzin Mehmet Efendi ve adamları, Mataracıbaşı ve adamları hepsi bu olayı görüp tavuğun insan olduğuna şahit oldular dediler.
O gece sabaha kadar korkumdan veya kanımın hareketinden burnumun kanı dinmedi. Ta vakit sabah olduğunda kandan kurtuldum. Sonra müezzin ve mataracının adamlarını çağırıp sordum  -Vallahi akşam tavukların üzerine o Bulgar kefere işeyince tavuklar adam oldu. İsterseniz işeyen herifi getirelim.- dediler. Ben de ‘Canım, haydi getirin.’ dedim.
Gelen Bulgar gülerek; ‘Sultanım, o karı başka soydur, yılda bir kere kış geceleri öyle karakoncolos olurdu ama bu yıl tavuk oldu, kimseye zararı yoktur.’  deyip gitti.
İşte bu hakir mezkûr Çalıkkavak’ta böyle bir temaşaya şahadet edip aklım başımdan gide yazdı ve Çalıkkavak balkanı’nın hâli ahvâli pûr-melâli böyledir,  Hudâ hıfz ide” diyerek anlatıyı noktalar.


Evliya Çelebi'nin Seyahatnamesi'nden..

23 Mart 2016 Çarşamba

Klasik Müziğin Yararları

Klasik Müzik ve Psikoloji Deneyleri
Klasik müzik dinlemenin bireyler üzerindeki etkilerine yönelik çeşitli deneyler yapılmaktadır. Bu konuda Amerika Bucknell Üniversitesi’nde yapılan bir araştırma sonuçları, majör ezgilerin insanlarda mutluluk, minör ezgilerin ise hüzün duyguları yarattığını kanıtlar niteliktedir.
Klasik müzikle ilgili araştırmalar, bebekler ya da çocuklar üzerinde de sıklıkla yapılmış, bu araştırma bulguları genel olarak klasik müzik dinlemenin bebeğin daha anne karnındayken (6 ve 7. Aydan itibaren) her türlü gelişimini olumlu etkilediğini ve bebeğin ya da çocuğun büyümesini hızlandırdığını rapor etmektedir.
Bu deneyler, insanlarla sınırlı kalmamıştır. Daha başka canlı organizmalar üzerinde de klasik müziğin etkilerini araştıran deney bulguları mevcuttur. Bu deneylerden birisi, bitkilerin büyüme hızı ve klasik müziği konu almış, deney sonuçlarında klasik Hint müziği ile Bach dinletilen seralardaki bitkilerin, müzik dinletilmeyen ya da yüksek sesli rock müzik çalınan seralardaki bitkilere göre daha hızlı büyüdüğü ortaya çıkartmıştır.
Peki doğayı bile etkileyen ve etkileri ‘Mozart etkisi’ kavramının doğmasına yol açan klasik müzik dinleyiciler üzerinde ne tür etkiler yapmaktadır:

1.Klasik müzik, bebeklerde zekâ gelişimini olumlu yönde etkileyerek bebeğin gelişimini hızlandırmaktadır.

2.Klasik müzik, bireyin dinlenmesini, rahatlamasını sağlamaktadır.

3. Klasik müzik doğru ritimler ve müzikler seçildiği sürece ders çalışma müziği olarak motivasyon arttırıcı etkisi sebebiyle kullanılabilmektedir.

4.Klasik müzik, insan psikolojisinde ezgileri yoluyla mutluluk duyguları yaratabilmekte ve klasik müzik dinleyen bireylerin kendilerini daha iyi hissetmelerine yol açmaktadır.

5.Klasik müzik dinletilen çocukların sorunlu davranışlar sergileme oranları düşmektedir.

6.Klasik müzik, depresyon gibi olumsuz psikolojik durumlarda bir iyileştirici rolü oynayabilmekte ve hastanın gerilimini azaltmaktadır.

7.Klasik müzik, bireylerde öğrenme kapasitesini geliştirmektedir.

8.Klasik müzik dinleyiciyi stresten uzaklaştırmaktadır.

9. Düzenli olarak klasik müzik dinlemek bireylerin motivasyon ve dikkat sürelerini arttırmaktadır.

#KlasikMüziğinYararları #ClassicalMusic #RuhsalTedavi


22 Mart 2016 Salı

Klasik Müzik Tarihi ve Keşfi


Neden klasik müzik onca kişi için büyük bir anlam ifade ediyor ? Bu müzik türünden ilham alanlar arasında Frank Zappa'da vardır. Sting, Charlie Parker, Albert Schweitzer ve milyonlarcası da bu müzikten ilham alanlar arasındadır.

Günümüz Anadolu kültürü içinde Avrupa’da olduğu gibi geniş bir dinleyici kitlesi bulunmamakla birlikte klasik müzik, çok sesli özelliği ve belki de hiçbir müzik türünde görülmeyen disiplinli yapısı ile asırlar boyunca dünya müzik tarihi içerisindeki yerini korumuştur. Zor bestelerin müziği olan klasik müzik, tür olarak, dinleyiciler üzerinde yaptığı etkiler bakımından psikoloji-müzik ilişkisini araştıran çalışmalarda en önemli değişkenler arasında yer almaya devam ediyor...
Klasik Müzik ve Psikoloji Deneyleri

Klasik müzik dinlemenin bireyler üzerindeki etkilerine yönelik çeşitli deneyler yapılmaktadır. Bu konuda Amerika Bucknell Üniversitesi’nde yapılan bir araştırma sonuçları, majör ezgilerin insanlarda mutluluk, minör ezgilerin ise hüzün duyguları yarattığını kanıtlar niteliktedir.
Klasik müzikle ilgili araştırmalar, bebekler ya da çocuklar üzerinde de sıklıkla yapılmış, bu araştırma bulguları genel olarak klasik müzik dinlemenin bebeğin daha anne karnındayken (6 ve 7. Aydan itibaren) her türlü gelişimini olumlu etkilediğini ve bebeğin ya da çocuğun büyümesini hızlandırdığını rapor etmektedir.

Bu deneyler, insanlarla sınırlı kalmamıştır. Daha başka canlı organizmalar üzerinde de klasik müziğin etkilerini araştıran deney bulguları mevcuttur. Bu deneylerden birisi, bitkilerin büyüme hızı ve klasik müziği konu almış, deney sonuçlarında klasik Hint müziği ile Bach dinletilen seralardaki bitkilerin, müzik dinletilmeyen ya da yüksek sesli rock müzik çalınan seralardaki bitkilere göre daha hızlı büyüdüğü ortaya çıkartmıştır.

#KlasikMüzikTarihi #KlasikMüziğinKeşfi #ClassicalMusic #RuhsalTedavi #Psikoloji


21 Mart 2016 Pazartesi

Esmaül Hüsna

Allah

O'nun zat ve özel ismidir. Diğer isimler fiilleri, sıfatları ve tecellileri ile ilgilidir
Cenab-ı Hak buyuruyor:

"En güzel isimler Allah’ındır. O’na o güzel isimleriyle dua edin." (Araf,180)

Kur'an'daki Esma'ül Hüsna'dan ilk inen isimdir. Çünkü ilk inen ayet besmeledir. Allah'ın doksan dokuz isminin en büyüğüdür.

Hz. Ebu Hüreyre (r.a) anlatıyor: Resulullah (sav) buyurdular ki: "Allah'ın doksan dokuz ismi vardır. Kim ezberlerse cennete girer. Allah tektir, teki sever." Esmâ'ül Hüsna'nın bütün anlamını içinde toplar. Yüce Yaratıcı'nın diğer bütün isimlerini kapsar. Bu yüzden el-Esmau'l-hüsna olarak bilinen bütün isim ve sıfatlar bu ada yandırılır. Bu nedenle "Rahman, Rahim, Aziz, Gaffar, Kahir Allah'ın adlarındandır deriz. " Ama Allah, Rahman'ın adlarındandır" demeyiz.

Allah isimi Kur'an'da 2697 yerde geçmektedir.

Allah'ın güzel isimleri vardır. En güzel isimler O'nundur. Gerçi Allah zatında birdir ve zatının ismi Allah'dır. Fakat sayı olan bir gibi eşi ve benzeri bulunabilecek şekilde bir birlikle değil, eşi ve benzeri bulunmayan üstün bir birlikle birdir. Zatında yalnızca vahid değil, birdir: İlâhî hitapta yer alan "Biz, şehadet ettik, yarattık." gibi çoğul kiplerindeki azamet ve ihtişam, işte ilâhî sıfat ve isimlerin bir araya gelmesinden doğan azamet ve yüceliği dile getirir ki, Allah yüce ismi, bütün bu sıfat ve isimlerin hepsini içine alan bir yüce isimdir. Allah ismi, Allah'ın kendisi gibi, eşi ve benzeri olmayan bir isimdir. Sıfat ve isimlerin çokluğu, zatın çokluğunu gerektirmeyeceğinden o isim ve sıfatların her biri Allah'ın eşsiz özelliklerinden birine delalet eder. Âdem'e öğretilen de isimlerin en güzelleridir.En güzel isimler Allah'a mahsustur. Öyleyse ey müminler, O'na o isimlerle dua ediniz, O'nu onlarla çağırınız veya O'nu bu güzel isimlerle adlandırıp anınız.

Tenbih : Kul, Allah'a bütün kalbiyle bağlanmalıdır. Gözü O'ndan başkasını görmemeli, O'ndan başkasına iltifat eylememeli, O'ndan başka hiç kimseden bir dilekte bulunmamalı, O'ndan başkasından korkmamalıdır.

20 Mart 2016 Pazar

"Câliyetü'l-Ekdâr" Risâlesi

"Câliyetü'l-Ekdâr" risâlesi, derin âlim ve büyük veli, Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretleri yazmıştır. Bu risâlede Allah-u teâlânın 99 ism-i şerîfini ve Bedir savaşında bulunan sahabe-i kirâmın isimlerini bildirilmekte ve Peygamber Efendimiz'e salavat getirmektedir. İlk olarak sayılan isimler, şehit olan Sahabe-i Kiram'ın isimleridir. Mevlana Halid-i Bağdadi, bu isimlerin ve salavat-ı şerîflerin hürmetine ve kıymetine sığınarak, kendisinin, bu kitabı okuyanların ve bütün Müslümanların sıhhatleri, selametleri, rahatlıkları ve huzurları için dua etmektedir. Her kim ki bu kitabı okursa, bu duaları etmiş olur ve sevap kazanır.

19 Mart 2016 Cumartesi

‪‎Kaftar‬ Neye Denir?

Türk‬ ve Fars‬ ‪‎kültüründe‬ yer alan bir cadı figürüdür. İnanışa göre Kaftar, boynuzlu bir kadın görünümündedir. Büyücülük yapar, ölüleri mezardan çıkarıp götürür. Çirkin bir görüntüsü vardır. Kuş olup uçar. Keskin dişlidir. Farsça, kaftar (güvercin) sözcüğünden türediği söylenir. Batı dillerinde ise "kaftarkis" olarak da bilinir. Erkeksi, boynuzlu bir varlıktır. Mezarlıklara gidip, yeni gömülmüş ölüyü mezardan çıkarır, bir taşa yaslayıp boynuzuyla ona vurur. Sonra cesedi sırtına alarak götürür. Dağıstan halklarının inançlarında da bu karaktere "Kuşkâftar" denir. Uzun karışık saçları olan bu keskin dişli varlık kızlarıyla birlikte ormanda yaşar. Onlar geceleri çocukları kaçırırlar. İbn-i Batuta'nın yazdığına göre, "kâftar" sihirbaz cadılara verilen bîr addır.

18 Mart 2016 Cuma

Astral Seyahat ve Frekansların Önemi

FREKANSLAR

Astral seyahatin yöntemlerinden bir tanesi de beyin dalgalarını kontrol altına alarak beden dışı deneyimi kolaylaştırmaktır. Uzun yılalrdır ses frekanslarının insan bedeni üzerindeki etkileir araştırılıyor. Bu frekans ve titreşimlerin en büyük etkisi ise insan beyni üzerindedir. Özellikle subliminal mesaj kaydı için kullanılan bir teknik, DİKKATLİ KULLANMAK ŞARTIYLA astral seyahat ve kişisel gelişimler için de kullanılır hale gelmiştir.

Araştırmalar öyle noktalara gelmiştir ki, "Alpha-Tetha-Beta-Delta" isimli dört ana frekansın hangisinde hangi duyguda ve durumda olduğumuz artık rahatlıkla tespit edilebiliyor.

ALPHA: 7.5 – 12 Hz arasında değişen alpha dalgaları; rahatlığın, farkındalığın, sakin ve huzurlu kavrayışın, uykunun ilk evrelerinin dalgaları olarak tanımlanıyor. Sakin ve huzurlu olunan ama asla uyuşukluk yaşanmayan, dünyayı ve gerçekleri algılamada en uygun titreşimlerin olduğu bu dalga boyu, dünyamızın da ölçülen frekansıyla aynı.

Gözler kapanıp derin nefes alındığında otomatik olarak Alpha frerkansı etkisine geçiyoruz. Alpha dalgalarındayken yaptığımız işlerde başarımız artıyor. Derin uyku ya da endişe ve korku halinde bu dalga hiç görülmüyor.

TETHA: Frekansları 4 ile 8 arasında değişiyor ve stresin hiç olmadığı, derin iç dünyamızda olduğumuz dalga boyu olarak tanımlanıyor. Öğrenmenin en yüksek boyutuna geçmeden önce bu dalgada yaşıyoruz ve derin uykudan uyanırken açılan algılarımızın yaşattığı bir durumu temsil ediyor. Alacakaranlık boyutu ismi de kullanılıyor bu dalga boyu için. Yani aydınlanmadan önceki karanlık.

Derin düşünüş ve sezgisel kuvvetin en canlandığı bu frekansta sanatsal yeteneklerin zirveye çıktığı düşünülüyor. Özellikle ressam ve müzisyenlerin sanatsal üretimleri esnasında beyinlerinde Tetha boyutunun en yüksek, Alpha frekansının en düşük seviyede olduğu biliniyor.

BETA: 13- 30 Hz arasında olduğu biliniyor ve uyanış frekansı olarak tanımlanıyor. Aktif öğrenme, uyanık olma, her şeyiyle hayatı yaşama, dinamizm, konsantrasyon, problem çözme hallerimizde içinde bulunduğumuz dalga boyu olduğu için yaşamı temsil ediyor. Çok yükseldiğinde stres, gerginlik, öfke gibi negatif uç duygulara varabiliyor.

DELTA: 0 – 4 frekansında bulunan dalga boyudur ve derin uyku ve dış dünyadan kopuş boyutudur. Bilinçsiz bir huzur halini yansıtır. Beynin en az çalıştığı döneme aittir ve bu dönemde büyüme hormonu salgısı artar. Çocuklarda fiziksel büyümeyi, yetişkinlerde ise güzelleşmeyi ve dinç kalmayı sağlar.

Tüm bu frekansların doğru şekillerde uygulanması insan üzerinde fiziksel ve ruhsal olarak değişimlere yol açmaktadır. Ses frekanslarının uyku ve astral ayrılmayla da dolaylı yoldan da olsa bağlantısı mevcuttur, fakat halen frekansları kullanarak uygulanan yöntemlerin gerçekten tehlikesiz olduğunu düşünmediğim için frekanslar ile astral seyahat çalışmaları konusuna burada grmiyoruz.

17 Mart 2016 Perşembe

DİLEK HACET BAŞARI DUALARI

Hasbünellahü Ve Ni Mel Vekil....

İslam alemi arasında çok kıymetli bir ayeti kerimeyi sizlerle paylaşmak istedim.. İşi gücü bağlı olanlar, geçim darlığı çekenler.. Haksızlığa zulme uğrayanlar.. Maddi ve manevi sorunları olan insanlar bu ayeti kerimeye devam ettikleri sürece tarif ettiğimiz şekilde inşAllah kısa zamanda umduklarına nail olurlar..

ALLAH C;C makamında yapılan dualarımızı kabul buyursun..Efendimiz Hz.Muhammede s.a.s selam olsun hayır ve dua ile. Okumaya başlamadan önce abdestli olmak gerekir...Bütün yapilan dualarda mekan ve beden temizliği önemlidir, istigfar edilmeli (10); kelimei tevhid (10); Tekbir(7),salavat-i serife (10) okunduktan sonra Besmele-i serife ile (1) asağidaki dua okunur
--------------------
[Ellezine kale lehümün nasü innen nase kad cemeu leküm fahsevhüm fe zadehüm imanen ve kalu hasbünellahü ve nimel vekil(450defa okunur)ve bitiminde bir kere Fenkalebu bi nimetin minellahi ve fadlin lem yemseshüm suün vettebeu ridvanellah,vellahü zu fadlin aziym.....hasbünellahu ve ni mel vekil

Ayeti kerimesini sürekli zikir edenlerin kısa zamanda yasamlarında düzelmeler olur.... Rabbim her daim yar ve yardımcımız vekilimiz olsun....

16 Mart 2016 Çarşamba

Neopaganizm ve Üç Tanrıça

Neopaganizm

Vika (Wicca) geleneğinde Büyük Tanrıça’ya Boynuzlu Tanrı ile birlikte büyük bir saygı gösterilirken, Dianik Wicca bağlıları sadece Tanrıça ve tanrıçaları anar ve kutsar. Vika mitolojisi Avrupa mitolojisinin tarihsel anlamda yanlış tanımlama ve çıkarımlarını temel alsa da, diğer neopagan gruplar antik paganist inançları tarihsel anlamda doğru bir biçimde bugüne aktarma arayışı içindedirler. Ayrıca bugün bazı neopaganlar Ana (Arz) Tanrıça ile ekolojik meseleler arasında ilgi kurmuşlardır.

Üç Tanrıça

Birkaç antik Avrupa pagan mitolojisinde tanrıça veya yarı-tanrıçalar üçlü gruplar halinde yer almaktadır; bunlara Yunan Erinyes ve Moirae, İskandinav Norns ve Keltler’deki Brighid ile yine Brighid olarak anılan diğer iki kız kardeşi dahildir. “Bakire”, “Anne” veya “Kocakarı” üçlemesi olan üç tanrıça veya tanrıça üçlemesi özellikle Robert Graves tarafından popülerleştirilmiş bir kavram veya inançtır. Her ne kadar fikri belirgin tarihsel bulgular ve delillere dayanmasa da şiirsel ilhamı ve farklı bulgulara üç tanrıça temelinden yaklaşması sonucu elde ettiği çeşitli sonuçlar belirli bir kesim tarafından kabul görmüştür. Bu üçlemenin farklı biçim ve varyasyonları aslında neredeyse her pagan dinde bulunmaktadır fakat herhangi bir benzeşim söz konusu değildir ve bilimsel olarak bir açıklama getirilmemiştir. Üç tanrıça tapımının sembolik açıdan da farklı bir önemi vardır.

15 Mart 2016 Salı

Bilinçli Rüya Teknikleri / Lucid Rüya

LÜSİD / BİLİNÇLİ RÜYA TEKNİKLERİ : 

1) Gün boyunca ve gece yatmadan önce "rüyamda göreceğim inanılması güç yada ilginç herhangi bir olay karşısında bilincimi kazanacağım" telkini belkide bu iş için en uygun ve en kolay yoldur.

2) Ya gerçekten su ihtiyacınız varken yatıp uyuyun yada susadığınızı ve mutfakta bir bardak buz gibi su olduğunu (hatta belli bir yere su koyarak yatın) düşünün ve su bardağına ulaştığınızda bilincinizi kazanacağınızı düşünün, rüyada eğer bu bardağa ulaşırsanız (çok susadığınız için mutlaka olacaktır) bilinciniz mutlaka yerine gelecektir.

3) Belli bir müziği dinlerken yine aynı telkinleri yapın ve mp3 çalarınızı, o parçayı belirli bir saatte çalacak şekilde ayarlayın. Gece uykunuzda bu müziği duyduğunuzda bilincinizi kazanabilirsiniz.

4) Devamlı aynısını gördüğünüz rüyalar varsa bu rüyayı tekrar gördüğünüzde bilincinizi kazanacağınızı telkin ederek de başarıya ulaşabilirsiniz.


UNUTULMAMASI GEREKEN BİR AYRINTI : Eğer gerçekten başarılı olmak istiyorsanız bu teknikleri denedikten sonra mümkünse kendi tekniğinizi geliştirmeniz daha faydalı olacaktır.

14 Mart 2016 Pazartesi

BİLİNÇLİ RÜYALAR

Rüyada Farkındalık
Kabus gördüğünde rüyada olduğunu fark edip uyanan ya da farklıb ir ryaya geçiş yaptığını anlatan çok insana denk gelebiliriz. hatta neredeyse hepimiz bunu en az 1 kere de olsa yaşamışızdır.
Rüyada gördüğümüz inanılması güç olaylar ve görüntüler, genelde bize o anda rüyada olduğumuzu hissettirir, bu şekilde ya rüyadan uyanır yada farklı bir rüyaya atlarız. Her gece bir çokrüya gördüğümüzü ve bunlardan bir yada iki tanesini hatırladığımızı varsayarsak, rüyada farkındalığı belkide gecede onlarca kez yaşama ihtimalimiz yüksektir. Belkide bir çok rüya görmemizin en büyük sebebi bu tarz olaylar karşısında bilincimizi kısa bir süre için kazanıp farklı rüyaya geçmektir.

Astral Seyahatin en kolay ve en başarılı yolu Lüsid Rüya / Bilinçli Rüyalardır, fakat Astral Seyahatte gidebileceğimiz yerleri Rüyalar Alemi, Paralel Evrenler Bölgesi ve İçinde Bulunduğumuz Zaman Dilimi olarak üçe ayırırız, normal tekniklerle çıkılan Astral Seyahatte bu üç bölgeyide gezmek mümkündür. Fakat Bilinçli Rüyalarla yalnızca Rüyalar Aleminde bulunulmaktadır. Bunun sebebi ise, uykuya daldığımızda otomatik olarak astral bedenimiz vücudumuzu terkeder ve bilincimiz yerinde olmadığından Rüyalar Alemine geçiş yapar. Bilinçli Rüya görmekteki amaç, en zor şey olan Astral çıkışı Astral Beden yaptıktan sonra, bilincimizi kazanıp belkide bir nevi "hazıra konmak"tır.

13 Mart 2016 Pazar

Nekromansi Nedir?

Nekromansi, halk dilindeki ruh çağırma tekniği olarak bilinen ve tarihsel fazla eski zamanlara dayanan bir tür düşünce sistemine bağlı akımdır. Eski zamanlarda şuursuz bir şekilde de olsada uygulanabilen bu düşünce tekniği 15. Yüzyıldan sonra zamanın medyumları yönünden kağıda geçirilip, bu fikir akımı üzerine çeşitli çalışmalar yapılırdı.

Zamanımızda medyumluk seviyesine yükselen kişilerin olduğu birçok ülkede denenen bu yöntemin doğruluğu kati olarak bilinmesede, halk içinde gerçek olduğu düşünülmektedir. lakin bilim açısından hala kabul görmemiş, efsanevi yöntemlerden bir tanesi olarak görülmektedir.

Nekromansi, sırf maneviyatı kuvvetli şahıslar sebebi ile yapılabilen ve doğuştan bir kabiliyet gerektiren bir özelliktir. ancak şimdilerde bilinçsizce bu işlemi yapabilen bazı kimselerde bulunmaktadır. lakin en doğru biçimde bu düşünce sistemini uygulayabilen kişiler medyumlardır.

Halktan bir tanesi tarafından yapıldığı takdirde insanın cinlenmesine ya da uğursuzluk getirmesine sebep olmakta. Nekromansi yönteminin halk arasında bilinen ve bazı medyumlarca onaylanmış olan yapılış yöntemi 29 adet kağıt ile yapılan ruh çağırma tekniğidir. Bu yöntemin uygulayışı ise şu şekildedir.

ilk önce 29 adet eş parçalar şeklinde olacak biçimde kağıdın kesilmesi ve karşınıza dizilmesi lazımdır. Bu kağıtların her birine sırasıyla Türkçe alfabesindeki harfler yazılmalıdır. Bu kağıtlar örnek olarak adını verdiğimiz masalara koyulup, harf sırasına göre dizilmelidir. Meselenin üzerine bir fincan koyulmalıdır.

Meselanın üzerine yerleştirilen fincana başparmak konulup, merak edilen soru düşünülmelidir. Daha sonra ise iyice konsantre olunmalı ve sorunuzun cevabını verebilecek kişiyi odak noktanızın merkezinde düşünmeniz gerekmektedir. Bu işlemden sonra fincan istemsiz bir biçimde devinim edip, daha evvela hazırladığınız harfleri seçerek kelimeler oluşturur.

Buda sizin sorunuza çağırdığınız ruhun verdiği cevabı gösterir. ancak bu işlemler esnasında birçok risk ve menfi sonuç ortaya çıkabilir. Bu yüzden de bu işlem her zaman gerçek bir medyum yönünden yapılmalıdır.

12 Mart 2016 Cumartesi

Vodoo (Kırmızı) Büyüsünün Önemli Tanrıları

Gueda : Ölüm ve büyü tanrısı.
Ogum : Demir ve savaş tanrısı.
İfa : Kutsal ruh.
Yemanja : Deniz tanrıçası.
Olukun : Denizlerinin,bilinçaltının tanrısı.
Oya : Öte alemin tanrıçası.
Omulu : Mezarların kralı.
Nana Buluku : Dahomey’deki (Benin) Fon halkının ve dolayısıyla Vodun inancının en önemli tanrısı.
Çift cinsiyetli olan Nana Buluku : Juedo-Hristiyan tanrı anlayışındaki gibi evreni ve evrenin içindeki her şeyi yaratan, yaratıcı tanrıdır.
Nana Buluku’nun iki kız çocuğu vardır: ay tanrıçası Mawu ve güneş tanrısı Lisa.
Nana Buluku inancı Yorùbá dinine de, eril yaratıcı Aşe’nin dişi düşüncesi/zihni ve daha sonraki yaratıcılığın etkili nedeni olarak dahil edilmiştir.
Nana Buluku inancı Vodun (veya Vudu) için çok önemlidir. Vodun’da Nana Buluku Yaratıcı-Baş-Tanrı’dır, fakat dünyevi işlerle ilgilenmez, zira Vodun inancına göre Nana Buluku dünyevi işlerle ilgilenmek için çok önemli ve büyüktür. Vodun inancı Afrika’dan Amerika kıta ve adalarına köle olarak götürülen topluluklar tarafından buralarda da yaygınlaştı. Vodun inancının yaygınlaşmasıyla Nana Buluku inancı da varlığını sürdürdü ve gelişti.

Kırmızı Büyünün çeşitleri arasında en önemlisi de Vudu (Voodoo) dur.Vudu’ya benzer bir uygulamaya Brezilya yerlilerinin Macumba (Makumba) törenlerinde rastlarız.
Macumba, temelde cinsel büyücülüğe bağlıdır, erotizmi boldur.Vudu ayinleri daha çok mezarlarda yer alırken, Macumba için mekan olarak açık alanlar ya da ormanlar tercih edilir.
Vudu’nun çok konuşulan fakat kanıtlanmayan ve fantastik olarak görünen bir tarafı ise, Zombiler’dir, ya da yaşayan ölüler (Zombi: mezardan çıkma). Kara büyüsel işlemlerle, hipnoz ve telkin yolu ile diriltildiği söylenen bu hareket halinde cesetlerin ruhsuz olduğu söylenir. Bir Zombi’nin kumanda edilmesi, yönlendirilmesi onu o hale sokan Kara Büyücünün işidir.

Vudu (voodoo) bebeği,her çeşit büyüsel gelenekte mevcut olan mum veya kilden yapılan bir heykelciktir. Hedef olan kişiye yapılmak istenilen şey, büyüsel formüller kullanılarak heykelciğe (kukla, bebek) yapılır.