Evliya Çelebiye göre dünyada en çok isim değiştiren şehir olan İstanbul'a başka ülkelerden de getirilen ünlü mühendis ve mimarlar tarafından, kenti türlü belalardan korumak amacıyla 27 tılsımlı anıt dikilmiş. Bu tılsımlı anıtlardan ilk on beşi şunlarmış:
Birinci tılsım; “Avratpazarı” (Cerrahpaşa) denilen yerde, bin parça beyaz mermerden, minare gibi içi boş merdivenli yüksek bir direkmiş (Arkadius Sütunu). Direğin tepesinde peri yüzlü bir heykel duruyormuş. Söylentiye göre bu peri yüzlü heykel yılda bir defa bir feryat koparırmış, yeryüzünde ne kadar kuş varsa o heykelin etrafında dönermiş. Kuşların binlercesi yere düşer, halk da bunları yermiş.
Ben bu sütunun yerini çocukluğumdan beri biliyorum... Bu yer Cerrahpaşa Ekmek Fabrikası'nın yan tarafındaydı... Ve biz o günkü çocukluk heyecanıyla bu sütunun alt kısmındaki bölüme çıkar orada oyun oynardık... O sütunun bir de alt kısmı vardı... O sütunun yanındaki derme çatma bir binada yaşayan yaşlı insanlar buraya bu sütunu görmeye gelen turistlere burayı gezdirirler, ev harçlıklarını buradan karşılarlardı... Daha sonra o yaşlıların ölümünden sonra orayı satın alanlar, artık burayı halka açmıyorlar...
İkinci tılsım; Tavukpazarı (Çemberlitaş) denilen yerdeydi. Kırmızı renkli som mermerden sütunun; hanedanı kötülüklerden, hastalıklardan ve fesattan koruduğuna inanılırdı. Konstantin'in diktiği bu yüksek sütun üzerindeki bir sığırcık kuşu timsali tılsım yılda bir kere kanat çırpması üzerine bütün kuşlar gaga ve tırnakları ile üçer tane zeytin getirdikleri de belirtilir.
Üçüncü tılsım; Saraçhane'de Büyük Pozantin'in kızının mezarı üzerine dikilmişti. “Kıztaşı” diye bilinen bu tılsım, İmparatorun kızını yılanlardan, çıyanlardan ve karıncalardan korumak için dikilmişti. Bu Kıztaşı şimdi o mahalleye adını da veriyor... Geçenlerde yolum bu Kıztaşı'nın önünden geçti... Durup saatlerce taşı inceledim etrafımdan gelip geçenlerin tuhaf bakışları arasında... Eh ne de olsa 1675 senelik bir taşa bakıyordum...
Dördüncü, beşinci, altıncı ve yedinci tılsımların hepsi Altımermerli sütununun üzerindeydi... Altımermer şimdiki Kocamustafapaşa semtindeydi... Altı adet mermer sütunun her biri eski bilginler tarafından yapılmıştı. Her bir mermer sütunda bir tılsım bulunurdu...
Dördüncü tılsım, Altımermer'den biriydi. Bunlardan birinin üstünde sürekli olarak vızıldayan bir sinek resmi vardı. Bu sayede İstanbul'a sivrisinek girmediğine inanılırmış.
Beşinci tılsım; yine Altımermer'den biriydi. Bunda ise bir leylek resmi vardı. Bu leylek yılda iki kere çığlık atardı. Birinci çığlıkta bir anda her yer leylek dolar, ikinci çığlıkta İstanbul'daki tüm leylekler ortadan kaybolurmuş.
Altıncı tılsım'da ise bir horoz resmi vardı. Bu horoz 24 saatte bir öter ve bütün horozlara önderlik edermiş.
Yedinci tılsım; Altımermer'in birinde bulunan kurt resmiydi. Bu kurt sayesinde İstanbul'da koyun sürüleri çobansız gezer, akşam oldu mu beslenmiş bir halde eksiksiz olarak ahırlarına dönermiş.
Sekizinci tılsım; tunçtan yapılmış genç bir erkek ve sevgilisinin birbiriyle kucaklaşmış haldeki heykelleriydi. Halktan karı-koca kim kavga ederse, içlerinden biri gelip bu heykeli kucaklarsa hemen barışırlarmış.
Dokuzuncu tılsım; Bilgin Calinus'un beyaz mermer üzerine yaptırdığı ihtiyar adam ve kadın resmiydi. Bir erkek ile kadın geçinemezler de onlardan biri bu heykeli kucaklar ise hemen boşanırlarmış.
Onuncu tılsım; Sultan Beyazid Hamamı'nın altında dört köşeli bir sütundu. Bunun sayesinde şehre taun (veba) hastalığı girmezmiş. Beyazid Hamamı yapılırken bu tılsım yıkılmış. O anda Sultan Bayezid'in bir oğlu vebadan ölmüş ve kentte veba salgını baş göstermiş.
On birinci tılsım; Tekfur Sarayı'ndaki tunçtan bir ifrit heykeliydi. Bu heykel yılda bir kez etrafına ateş saçarmış. Bu ateşten bir kıvılcım alabilen çok sağlıklı olur, genç kalırmış. O ateşten bir kıvılcım alıp da evinde mutfağına koyarsa o adam hayatta oldukça o ateş hiç sönmezmiş.
On ikinci tılsım; Zeyrek'te Hz. Yahya Kilisesi bitişiğindeki bir mağaradır. Her sene kışın zemheri geceleri olunca nice “koncoloz” denilen cadılar bu mağaradan çıkarak arabalara binip dolaşırlarmış.
On üçüncü tılsım; Ayasofya'da dört sütunlu bir anıttır. Azrail, Cebrail, İsrafil ve Mikail resimleri bulunan bu sütunların her biri bir tılsımdı. Cebrail kanat çırpıp bağırınca Doğu'da bolluk olur derlerdi. İsrafil resmi kanat çırparsa, Batı'da kıtlık olacağına inanılırdı. Mikail resmi kanat çırparsa, Kuzey'den bir kahraman çıkarmış. Azrail resmi kanat çırpınca dünyanın her yanına veba salgını başlarmış.
On dördüncü tılsım; Atmeydanı'nda (Sultanahmet) “Milyonpar” (Örme Sütun) denilen bir anıttır. 300 bin taştan yapılma bu sütunun tepesinde çok güçlü bir mıknatıs vardır. Bu mıknatıs İstanbul'u depremlerden korurmuş. Evliya Çelebi bu dikili taşla ilgili şöyle bahseder: Atmeydanı'nda Milyonpar adlı yapma yüksek bir sütundur ki usta zırai ile boyu 150 arşındır. Kostantin zamanında yönetimi altında olan padişahların ellerindeki kalelerin ve büyük şehirlerin sayısınca her padişahtan o kadar değerli ve muteber renk renk değerli taşlar isteyip geldiğinde Atmeydanı alanında dağlar gibi yığılıp tamam oldukta hesap ettiler üç kere yüz bin çeşit çeşit taş gelmiş. Ondan bildiler ki Konstantin üçer kere yüz bin kale ve şehre malik kral imiş. Daha sonra bir yetkin usta bu taşların dünya durdukça durması için Atmeydanı'nda bu taşlardan kale ve şehirlerin düzeni için bir minare mili tılsım edip milin ta ortasında bir kalın demir mil dikip dört tarafına anılan taşla hendese üzere inşa edip milin ta en tepesine hamam kubbesi kadar bir mıknatıs taşı koyup o milin ortasına konan demir mili mıknatıs çekip bütün renk renk taşlar da birbiri üzerine metanet buldu. O milin bütün taşları yedi iklim şehirlerinin her birinden gelip yapıldığı için milyonpar derler. Hala sabit bir ibret verici bir parça bir alamettir. Mimarbaşı milin dibinde gömülüdür ki Uryarin adlı bir ustadır. Ayasofya'yı yapan Agnados Mimar'ın oğludur.
On beşinci tılsım; Burma Sütun'dur. Üç başlı ejderha şeklindeydi. Başının birisini bir yeniçeri yiğidi kılıç ile bir vuruşta kırmıştır. O tarihten itibaren bunun tılsımı kısmen bozulmuş, İstanbul'da daha önce hiç görünmezken, birdenbire akrepler çıkmış.
Tüm bu tılsımlar o günkü İstanbul'u korumakla kalmamış, günümüze kadar efsanelerin kulaktan kulağa anlatımıyla gelmiştir... Bugün bu yarımadanın her yerinde yapılan bina kazılarının altında binlerce senelik eserler gün yüzüne çıkmaktadır... Bunların bazıları koruma altına alınmakta, bazıları da sessizce yıkılarak bir tarih yok edilmektedir... Bugün Vatan Caddesi'nden Yenikapı'ya yapılacak metro çalışmalarıyla Murat Paşa Camii arkasında yerin beş on metre altında saray kalıntıları bulunmuş ve metro inşaatı durdurulmuştur örneğin...
Son söz olarak bizler gençler olarak geçmişin tarihsel izlerini yok ederek geleceğe, geleceğimize yol açamayız... Hepimizin üzerine düşen görev bu tarihsel zenginlikteki hazineye sahip çıkarak, onu geleceğe yine aynı güzellikte bırakmanın yollarını yaratmaktır...
Çünkü;
”Geçmişine sahip çıkamayan toplumlar, geleceklerine umut bağlayamazlar...”
Ya da;
“İstanbul koca şehir seni... Seni ancak tılsımlar korur...”